PYD-YPG, DAEŞ’le mücadele ediyor; ABD, Rusya ve Türkiye de aynı mücadelenin ortağı. Ancak Rusya ve ABD, PYD’yi destekliyor, Türkiye ise desteklemiyor. İran da DAEŞ’le mücadele ediyor, üstelik bu konuda Rusya ve ABD’nin de desteğini almış durumda. Ancak Türkiye İran politikasından memnun değil. Son dönemlerde Suudi Arabistan da DAEŞ’le mücadele ettiğini açıkladı; ama Suudi Arabistan İran’la aynı çizgide değil.
Avrupa ülkelerine sorulsa, onlar da DAEŞ’le mücadele ediyorlar; ancak bir bütün olarak safları açık değil. Diğer bir ifadeyle DAEŞ’le mücadele eden bunca oyuncu varken Avrupa ülkeleri kimin yanında belli değil.
Bunca farklı oyuncunun tek uzlaştığı konu DAEŞ’i bitirmek gibi gözüküyor. DAEŞ “yapımlaştırılmış” bir örgüt olduğuna göre, herkesin bu yapının peşinde olduğunu iddia etmek anlamlı değil. DAEŞ’le mücadele, bölgede baskın oyuncu haline gelmenin bir tür kod adı.
O zaman sorulması gereken soru, esas oyunun ne olduğu. Yani Suriye özelinden bir bölgesel paylaşım var da, kimin hanesine ne düşecek; soru bu.
PYD-YPG sorunsalı
Türkiye, sınırında bir Kürt oluşumuna karşı değil. Ancak bu oluşumun kendisinden yana olmamasına karşı. PYD, esas olarak sırtını Rusya’ya, Esad rejimine ve hatta İran’a dayamışken kendisine alan açacaksa, Türkiye buna razı değil.
PYD-YPG, ABD ve Rusya’dan yana ama Türkiye’ye karşı olunca, Türkiye’nin seçeneği PYD karşısında yer alacak bir müttefik bulmaktı. Türkiye’nin elini güçlendirecek tercih ise, bu ortağın ABD müttefiklerinden birisi olmasıydı. Hatırlatalım, Türkiye önce Rusya’nın stratejilerini paylaşmayan, klasik “batı” ittifakında yer alan, Türkiye’nin AB üyeliğine en azıdan itiraz etmeyen AB üyesi ülkelere bu soruyu sordu. Sorunun kod adı, DAEŞ’le mücadele ya da PYD değildi; göçmen krizi idi.
Bu konuda öne çıkan Almanya oldu; onun da ilgilendiği sadece “bize çok insan gelmesin, ama biz her yere gidelim” şeklindeydi. Kısacası Almanya, Suriye krizine doğrudan taraf olmadan koşulları kullanma yöntemini seçti.
AB üyesi ülkelerden mesela Fransa’nın alacağı tavır, dengeleri tümüyle değiştirebilirdi; Türkiye yanında pozisyon alması ona çok kapı açabilir, Almanya’nın yükselişine de ortak olabilirdi; yapamadı.
Birleşik Krallık ise oyunu ABD’ye oynatmaya, bu ülkeyi Rusya ile kapışmaya teşvik etti. Ama ABD Rusya ile işbirliği yaptı; Birleşik Krallık da üçüncü oyuncular üzerinden ABD’ye baskı yapmaya devam etti.
Tercih zamanı
Sonuç itibarıyla Rusya’nın ABD’yi bölgede epeyce geride bıraktığını, bu nedenle de ABD’nin Rusya’nın elindeki bazı “gevşek” halkalara, mesela PYD’ye oynadığı söylemek mümkün. Tam da bu nedenle Türkiye ABD müttefiki Suudi Arabistan ile ortaklık kuruyor. Zira ABD geç kaldı, Avrupalı müttefikleri onu yalnız bıraktı ve ortak bir strateji geliştiremedi.
Şimdi gelinen aşama, Suudi Arabistan ile İran’ın Suriye’de doğrudan karşı karşıya gelmesi şeklinde. Ama bu olasılık aynı zamanda bu ikisinin uzlaşması için de bir ortam yaratıyor. Mesele kimin bu ikisini kapıştırmak, kimin uzlaştırmak istediğinde.
ABD ve Rusya anlaşmalı bir oyun içindeler. Her ikisi de, Türkiye askeri olarak Suriye’ye girsin ve orada başarısız olsun istiyor. Nedeni açık; askeri açıdan başarısız olan bir Türkiye’yi “kurtarma” imkanı doğar ve bu imkan da “pazarlık” yapmadan hayata geçmez. Yani Rusya, ABD’nin Türkiye’yi PYD ile “ikna” etmesine yardımcı oluyor. Dolayısıyla Suudilerle İran’ın çatışmasından yanalar. Ama bazı Avrupa ülkeleri, bu senaryoya karşılar; Türkiye çatışmada taraf olmasın ve Suudi-İran uzlaşısı olsun istiyorlar. Türkiye, en az maliyetli gördüğünü seçmek durumunda.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.