Geçen yazımda Sezin Öney’in Taraf’taki “Askerleşen siviller ve sivilleşen askerler” başlıklı iki yazısına dikkat çekmiştim. Kafamda yerini oturmayan bazı taşların yerine oturması açısından Öney’in iki yazıda dikkat çektiği hususlar önemliydi.
Son zamanlarda ben dâhil hemen herkes bir klişe kullanıyor. “Bir yandan... ama öte yandan da...” klişesi. Noktalı boşlukları son güncel olaylarla dolduruyoruz. Bir yandan şu, şu iyi şeyler oluyor, öte yandan ise aksine şu, şu kötü şeyler diyoruz sürekli. Bir bakıma önümüzde hazır bir şablon var, ama biz uydurmuyoruz, durum getiriyor önümüze. Fakat bu şablonda iyi şeyler hanesine yazılanların giderek ve hatta hızla azalmakta olduğu şerhini de düşmeliyim.
Kürt meselesinin çözümü ne kadar kötüye gidiyorsa siyasetin karnesindeki kötüler hanesine yazılanlar da o kadar çoğalıyor. Çoğalma kötülüklerin yalnızca niceliksel yani sayıca artması anlamına gelmiyor, bu artış siyasette otoriterleşmeye doğru niteliksel bir değişimi de getiriyor. Son zamanlarda ve özellikle son günlerde BDP üzerindeki baskı inanılmaz ölçülerde arttı. Bu baskının olağan hukuk prosedürü içinde gerçekleştiğine kimsenin inanacak hali yok; bu, hükümetin siyasi tavrının bir sonucu, kimse topu yargıya atmasın. Başbakan’ın neredeyse her konuşması örtülü değil açık biçimde BDP’yi hedef alıyor. Üstelik de Uludere Katliamı’nın ortaya çıktığı ve katmerli acının ruhları kemirdiği bir ortam içinde olmamıza rağmen, Başbakan’dan özür dileme beklenirken aksine Başbakan kullandığı üslupla yalnız BDP çevresini değil bütün Kürtleri karşısına alıyor. Gözü kara bir politika bu. Bunun adı siyasetin otoriterleşmesidir. Kanımca bu dip temizliğinden sonra kendilerince daha makul bir Kürt siyasi alternatifinin ortaya çıkacağını ve bu yolla Kürt sorununun çözüleceğini umanlar ve sessizliklerini bu gerekçeyle vicdanileştirenler de hayal görüyorlar. İnsanlar ödenen bedelleri unutmazlar...
Hiç basit değil
İşte bu noktada Sezin Öney’e dönüyorum.
“Bugün, Türkiye’de eski bir genelkurmay başkanının tutuklanması da, ‘askerin sivilleşmesi’ sürecinin bir örneği olarak, ‘olumlu’ bir gelişme olarak karşılanıyor. 12 Eylül Darbesi’nin hukuken hesabının sonunda sorulabilmeye cidden başlanması, bu konuda ‘derin devletin sığ tarihi’ üzerine manifesto gibi bir iddianame yazılması, Şemdinli olaylarında rol alan ordu mensuplarının cezaya çarptırılması.. bunlar gerçekten de ‘askerin sivilleşmesi’ açısından son derece kilit gelişmeler.
‘Türkiye, Soğuk Savaş’ın bitişine, yirmi yılcık bir gecikmeyle nihayet tanık oluyor’ yorumları haksız değil.
Eğer ki, ben de, 2007’deki bakış açımla konuya yaklaşıyor olsaydım hâlâ, bu görüşte ve ‘sevinç içinde’ olur, o noktada durur, kafamı da daha ilerisine yormazdım. Ancak işler bu kadar basit değil.” (Alt çizgi bana ait –NY)
Evet. Öney’in dediği o basit olmayan noktadayız. O halde kafa yormalıyız. Dediği gibi 1990-2000’li yıllarda dünyada olduğu gibi biz de askerin sivilleşmesine çok kafa yormuştuk, halen de oradayız, orada kalmışız meğer. Oysa yeni bir tartışma alanına, “sivillerin askerleşmesine” dikkat vermemizi kanımca çok yerinde olarak öneriyor Öney. Bu konuya Batı’da kafa yoranların düşüncelerini de aktararak. Okumadıysanız bu iki makalenin tümünü okumanızı önereceğim, o nedenle çok alıntı vermiyorum.
Dünyada olduğu gibi bizde de ordu bir bakıma kendi gettosunda yaşayan, zihniyet dünyası tümden ayrı bir kurum. Askerlerin sivil zihniyeti algılaması çok zor olduğu gibi sivillerin de askerin dünyasını tanıması olağanüstü zor. Her şeyden önce gizlilik nedeniyle ordunun nasıl bir kurum olduğunu iyi bilemiyoruz. Ancak son zamanlarda Ergenekon davaları nedeniyle bir parça bilgi sahibi olabildik ama devede kulak bunlar.
Bu iki makaleden Batı’da asker/sivil probleminin çözümü üstüne modellerin tartışıldığını anlıyoruz. “Diğer bir deyişle, Janowitz, siviller ve askerlerin keskin hatlarla ayrılmış iki ayrı kültürden, ortak bir kültüre geçişini savunuyordu. Bir yandan, asker sivilleşirken, sivil de askerleşecekti.”
Ama diyor Öney, “Bu yakınlaşma özellikle 11 Eylül’den sonra dünyada terörizmle savaş ve yabancı göçlerine durdurma gerekçeleriyle hem askerin sivil alana eskiden daha fazla müdahalesini getirdiği gibi, orduların sivilleşmesi ve sivillerin askerleşmesi, diğer bir deyişle yakınlaşma sürecinin yaşanması, daha demokratik ve barışçı toplumlarda yaşayacağımız anlamına gelmiyor.”
“Sivillerin askerî güce olan bağımlılığı Kürt Sorunu nedeniyle, çoğu zaman farkına bile varılmadan sürekli artıyor. Örneğin, son on yılda giderek artan biçimde, Türkiye’nin kendi silahlarını üretmek ve silah teknolojileri konusundaki kapasitesini arttırmakta yükselen bir çizgi izlediği, bunun da sivil iradenin destek ve sahiplenilmesiyle gerçekleştiği unutulmamalı.”
Sözün özü şu ki, karşı karşıya olduğumuz sorunların ne kendisi basit ne de çözümleri.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.