Kızım evin holünde bir sandalyeye çıkmış, dizlerini karnına çekmiş, başını dizlerinin üstüne koymuş, ellerini ayaklarının üstünde birleştirmiş.
Öyle mahzun, öyle masum bir hali vardı ki...
Sessizliğe gömülmüştü. Sorulan soruları yanıtlamıyor, sabah kahvaltısı yapmak istemiyor, kendi halinde bırakırsın istiyordu.
Hissetmişti... Babası götürülecekti.
Alnına dökülmüş kestane saçlarını görüyordum.
Allahım... Ne kadar masum duruyordu öyle!
Ona baktıkça... Yaşadığı travmayı düşündükçe...
İçim göçüyordu. Artık gitme zamanı gelmişti.
“Etrafımdan çekilin kızıma sarılacağım” dedim.
Sarıldım... Dünyanın en şirin, dünyanın en masum, en mahzun varlığına...
Sımsıkı...
Beni hep üzgün gördüğünde bana sokulurken yaptığım şeyi yaptım.
“Kızım” dedim, “Sarıl bana kokunu içime çekeyim, bana güç olur.”
Kokusunu içime çektim.
Beynimi, yüreğimi, ruhumu cimcimemin kokusuyla doldurdum.
Çünkü içime çektiğim halkların kokusuydu.
Beride sessizliğe gömülmüş bir çocuk, gözleri yaşlı bir kadın, içerdeki “yabancılar” şaşkın şaşkın bakan bir evlat bırakmıştım.
***
Bu satırları size Kocaeli F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu’nun B1-4-45 nolu odasından yazıyorum. Avukat Bedri Kuran ve avukat Cengiz Çiçek’le aynı odayı paylaşıyorum.
Hikayemizi hepiniz biliyorsunuz. İmralı-Kandil hattında kuryelik yaptığımız iddiasıyla suçlanıyoruz.
Dosyalarımıza ne konulacağını, hukuka nasıl takla attıracağını bilmiyoruz.
Ancak bunu çok iyi biliyorum. Tanrı’nın en ilginç, en dikkat çekici davasıyla karşı karşıya kalacağız.
Soruşturmanın başlangıç tarihi Mart 2010. Bu tarih Kürt sorununda bazı kaynakların müzakere olarak tanımladığı sürecin başlangıç tarihidir.
Yani barış için başlatılan “çok kutsal” çabalar bugün soruşturma konusu.
Devlet bir edim başlatıyor, ama aynı davletin diğer bilimleri veya devletin tamamı o edinim faturasını başkalarına kesiyor.
Eğer ortada iddia ettiğiniz gibi bir suç varsa...
Bir, neden “suçüstü” hali yapmadınız...
İki, neden “suçu azmetme” vazifesi ve rolü oynadınız.
Öyle ya... İsteseydiniz koster tahsis etmeyebilirdiniz, isteseydiniz bugün yaptığınız gibi görüşmeleri engelleyebilirdiniz.
Medya avukatların İmralı’ya gidişini canlı yayınlarla yansıtıyor, adadan dönen avukatlara “Öcalan ne dedi” mikrofonlar uzatılıyor, akşam tartışma programlarında Öcalan’ın ANF’de yayınlanan görüşleri okunarak tartışılıyordu.
Biz bu süreçleri yaşamadık mı? Yaşadık... O zaman problem ne?
Hangi amaç ve niyet üzerinden rövaşota yapmaya çalışıyorsun?
Daha düne kadar İmralı-Kandil hattında anlaşmazlık olduğu savını ileri sürüyordunuz.
Bugün ise “İmralı Kandil’e talimat verdi, Kandil uyguladı” diyorsunuz.
Bu çelişkiyi nasıl izah etmeyi düşünüyorsunuz.
***
Hayatım boyunca her ortam, her enlem, her boylamda kendimi gazeteci olarak tanımladım.
Bugün canlı tanığı yazdığım Öcalan’ın İmralı Günleri isimli kitaptır.
Bunun canlı tanığı 12 yıl boyunca pek çok gazete, dergi ve ajanslarda yazdığım 3 bini bulan haber, dizi, röportaj, analiz ve köşe yazılarıdır.
Yazılarımın, araştırma ve incelemelerimin ortak konusu Kürt sorunu oldu. Kürt sorununda görülmeyeni gören, yazılmayanı yazan, maske indiren gazeteci olma çabası içinde oldum.
Beni yakından izleyenler Öcalan’ı çok yakından izleyen bir gazeteci olduğumu da bilirler.
Tüm bu edinmelerimin karşılığı olarak bugün bir fatura kesilmek, bir bedel ödetilmek ve itibarsızlaştırma isteniyor.
Ama o fatura şahsım kriminalize edilerek, kamusal alanda teşhir edilerek kesilmeye çalışıyor.
Siz suçlayacaksınız biz sineye çekeceğiz.
Siz senaryo yazacaksınız biz de o senaryonun figüranı olacağız.
Siz her türlü ahlak, hukuk devleti normu, ciddi devlet olmanın örf ve töresinde sıyrılacaksınız, işaret parmağınızla “suçlu ayağa kalk” diyeceksiniz...
Ve biz ayağa kalkacağız.
“Siz sistemin efendileri, biz “sistemin kölelerine” ahlaksızca hesap soracaksınız.
Ve biz susacağız, teslim olacağız.
Onurumuzu, gururumuzu ayaklar altına alacaksınız...
Ve biz sizden merhamet dileyeceğiz. İyi de ne için? Sadece evrensel gazetecilik ahlak ile hareket ettiğimiz için mi? Farklı bakış açıları getirdiğimiz, farklı anlam ve mana arayışında olduğumuz için mi? Omuzlarımıza aldığımız özgür basın geleneği ve mirasını terk edeceğimizi mi düşünüyorsunuz? O zaman siz bizim kendimiz olmamızdan çıkmamızı da talep ediyorsunuz.
***
Bu hal, hal değil; bu gidiş, gidiş değil. Bunu biliyorum. Devlet KCK operasyonlarıyla pek çok şeyi bloke ettiğini düşünebilir. Ama korkunç bir travma ve trajediye imza attığını da biliyor mu acaba? Artık Kürt aileleri “üçüncü halka bedeli” ödüyor.
Ağabey çatışmalarda hayatını kaybetmiş, kız kardeşi katledilmiş. Sıra küçük kardeşte. Onu da KCK operasyonlarıyla zindanda çürütmeyi düşünüyorlar.
Bu toplumsal travma hali sürdükçe kim toplumsal barış ve istikrar inşa edebilir.
Gördüğüm şu! Savaş yozlaştı, korkunç travmalara yol açtı.
Artık uzatmaları oynamanın toplumsal zemini kalmadı.
Şiddetle barışa ihtiyacımız var.
Artık “en kötü” barışın mevcut durumundan daha iyi olduğu, olacağı günlere geldik.
Türklerin gururunu kırmayacak, Kürtleri de memnun edecek barışa ekmek, su kadar ihtiyacımız var.
Ama Ortadoğu dengeleri barışa izin verir mi, ABD’nin Kürt sorunu üzerinde Türkiye’ye amaçlarıyla buluşturma kurnazlığı barışı getirir mi?
Kaygılarım ve kuşkularım var.
***
Bugünlerde, her akşam yatmadan önce ellerini açarak “Allahım babamı kurtar” diyen kızımın kokusunu içimde taşıyacağım... Hem de inadına!
Çünkü o koku halkların kokusudur.
Çünkü o koku artık kangrenleşmeye başlayan Kürt sorununu çözecek tek vicdandır.
21. yüzyılda hâlâ birini öldüren ülke olmama özlem ve umuduyla biz “içerdekiler” siz “dışarıdakileri” selamlıyoruz.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.