• BIST 9549.89
  • Altın 3005.805
  • Dolar 34.5348
  • Euro 36.0249
  • İstanbul 8 °C
  • Diyarbakır 17 °C
  • Ankara 15 °C
  • İzmir 19 °C
  • Berlin 3 °C

Zigzaglarıyla siyaset (2)

Halil Berktay

Peki, son zamanlarda sadece kötü şeyler mi oluyor siyaset sahnesinde ? Bir, bu soruyu soralım; iki, bu karmaşıklığa maksimalist bir tür “sol”culuğun nasıl yanıt verdiğine eğilelim.

* Eski (eski dediysek, öyle çok gerilerde de değil, alt tarafı geçen yıl kendi yaratmaya kalkıştığı bir “kriz”le istifasına kadar görevde olan) genelkurmay başkanı İlker Başbuğ da Ergenekon soruşturmaları bağlamında önce mahkemeye çağrıldı ve sonra tutuklandı. Az şey değildi bu, çünkü evet, silâhlı kuvvetlerin direncinin kırılmış olmasına karşın, 55 paşayı arkasına alıp verdiği “boru” ve “kâğıt parçası” demeçleriyle Başbuğ, militarizmin ve askerî vesayetin meydan okuyuşunun çok önemli bir simgesiydi.

* Hiç kimse unutmuş olamaz; 12 Eylül 2010 referandumu öncesinde, “yetmez ama evet” pozisyonuyla çok dalga geçilmişti, evet çıkarsa 1980’in 12 Eylülcüleri yargılanır mı sanıyorsunuz, hahaha, hiç buna imkân var mı diye. Ama asla olmaz denilen oldu işte; 12 Eylül askerî darbesi ve rejiminin sorumluları, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’dan, daha aşağılardaki bazı polis şeflerine kadar, kimisi anayasal düzeni zorla devirmekten, kimisi işkence ve başka zulümlerden yargılanmaya başladı. Kuşkusuz burada en önemli mesele, lider kadronun anayasal düzeni “tağyir, tebdil ve ilga”ya teşebbüsle suçlanmasıdır. Daha önce Ergenekon çerçevesinde giderek daha üst düzey paşalar tutuklandıkça hep bu Türkiye tarihinde bir “ilk” dedik. Doğruydu da. Fakat şimdi bu, hepsinden önemlisi. Çünkü sadece darbe hazırlıkları içine girenlerin çok deşifre olurlarsa yakalanacaklarını değil, daha teorik olarak, TSK İç Hizmet Nizamnâmesi’nin ünlü “Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi” ifadesinin anayasanın üzerinde bir anayasa sayılamayacağı, darbe gerekçesi olamayacağı ve geçmiş darbeleri mazur göstermek için de kullanılamayacağı doğrultusunda net bir hüküm niteliği taşıyor.

* Cumhuriyetin resmî bayramları, öncesi (Jön Türk Devrimi) ve sonrasını, ya da bütün diğer alternatifleri silip yok etmek uğruna, sadece ve sadece Kemalist Devrimin dönüm noktaları etrafında örgütlendi ve (içeriğiyle de giderek yeknesaklaşan) ideolojik sadakat ayinlerine dönüştürüldü. Hattâ ilk verilen isimleri yetersiz bulunmuş olmalı ki, zaman içinde bu adlar şişirilip daha haşmetli kılındı –(her şey büyür ve hyper’laşır, Urfa Şanlıurfa, Maraş Kahramanmaraş olur, elli metrelik bayraklar dikilmeye başlarken), 19 Mayıs da 1938’de “Gençlik ve Spor Bayramı”yken, 12 Eylül 1980’den sonra “Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” oldu. Uygulama da değişti; benim orta ve lise yıllarımda hâlâ daha kırık dökük törenlerken, 12 Eylül’den sonra anti-komünizm bir yana bırakılıp, (o zamanlar Hıncal Uluç’un alkışladığı bir adımla) kitlesel rejimantasyonun daniskasını bilen Sovyetler Birliği’nden uzmanlar da getirildi ve o fakir görünümlü merasimler tepeden tırnağa modernize (militarize) edildi; tribünlerdeki onbinlerce gencin ellerindeki panoları ânında, senkronik biçimde değiştirilmesiyle oluşup insana “işte disiplin !” dedirten “muhteşem” tablolar böyle ortaya çıktı. Ama eski haliyle de, yeni haliyle de asıl yaşayanların, orta öğrenim gençliğinin içten içe nefret ettiği bu kollektivist endoktrinasyon gösterileri nihayet kaldırıldı. Bundan böyle (Ankara hariç) ülke çapında böyle stadyum törenleri yapılmayacağının açıklanması, resmî ideolojiyi ayakta tutan ezberlenmiş tekrar ritüellerinden birinin sona ermesi demek oldu.

* Sosyalizm tartışmasına geçici bir ara vererek bütün bunları yazmama yol açan, Millî Güvenlik dersinin iptali kararı, bu çerçevede “münferit bir olay” olmaktan çıkıyor ve daha fazla anlam kazanıyor. Demilitarizasyon bitmiş değil, demek ki; devam ediyor ve hattâ askerî vesayet rejiminin kültürel dayanaklarına kadar uzanıyor.

Özetle, siyaset yekpare değil, kovuk kovuk. Bizzat AKP’nin ve hükümetin siyaseti yekpare değil, aynen böyle kovuk kovuk. İyisi de var, kötüsü de. Bir mağarada Uludere’yi örtbas etme gayretleri, yanındaki mağarada Evren’in yargılanması, yanındaki mağarada “kâğıt” ve “boru” sözlerinin Başbuğ’a yedirilmesi, bir diğer mağarada Denktaşlaşma ve Ermeni düşmanlığı, onun yanındaki mağarada Millî Güvenlik derslerinin kaldırılması “oturuyor”.

Bu koşullarda, en olmayacak şey, en temel hatâ, en problemli zihniyet yapısı, bu karmaşıklığa bir yekparelik, tekdüzelik gibi bakmak. Doğru yapılan şeyleri desteklemek, kötülüklere, yanlış işlere karşı çıkmak lâzım. Örneğin Taraf da hep bunu yapıyor zaten. Ne ki, başta sözünü ettiğim, maksimalist, kendine “devrimci” sıfatını yakıştıran (benim devirmeci diyebileceğim), sözcük dağarcığı ve düşünce tarzı “kahrolsun” üzerine kurulu bir “solcu” türü hiç anlamıyor bunu. Kimisi (faraza bir insan hakları savunucusu) internette, İlker Başbuğ’un tutuklanmasından hiç heyecan duymadığını anlatıyor. Başka biri, Başbuğ’un Uludere’yi örtbas etmek için “tam da şimdi” tutuklandığını öne sürüyor. Sırf Türk Eğitim-Sen değil, Eğitim Sen de 19 Mayıs törenlerinin kaldırılmasına karşı çıkıyor (ruhları bu denli devletçi ve milliyetçiymiş meğer). Geçtim; hiç olmazsa 12 Eylül faşistlerinin yargılanmasına sevinelim, değil mi ? Yok, hayır, o bile bize haram. Neden ? İddianame kötüymüş, sola çok yükleniyormuş, dolayısıyla yanlış ve haksızmış da ondan. Sonuçta bu, iyi ve önemli bir dâvâ sayılamazmış.

Bu sonuncu nokta çok önemli, çünkü bizi bir kere daha, bu “sol”un kendi kendisiyle hiç yüzleşmemişliğine getiriyor. Ve bu illüzyon, tantanalı alınganlığına karşın sığlığından yeni örnekler vermeyi sürdüren Nabi Yağcı için de geçerli. Maalesef.

  • Yorumlar 1
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89