Biz bu satırları yazarken Reza Zarrab New York federal mahkemesinde savcılık lehine ifade vermeye devam ediyordu. Jüri karşısına üçüncü kez çıkan Zarrab ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını Halkbank’ın merkezinde bulunduğu iddia edilen çıkar ağı yoluyla nasıl deldiğini tüm ayrıntılarıyla ifşa ediyordu.
Anlattıkları çok da yeni değil. Üstü jet hızıyla örtülen 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasında ortaya saçılan birçok iddia mahkeme salonunda tekrarlanıyor. Zarrab’ın ifadelerine göre mükemmel piyano çalan eski ekonomi bakanı Zafer Çağalayan meğer daha başka neler çalmış. Rakamlar dudak uçurtucu… Sırf Çağlayan’a 50 milyon avro rüşvetin verildiğinden bahsediliyor.
Dünya basınının yakından izlediği davada en çok yankılanan ifadelerden biri elbette Zarrab’ın dün dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan ve ekonomi bakanı Ali Babacan’ın ABD makamlarınca yasadışı sayılan İran’la petrol ve doğalgaz karşılığında altın ticaretine yeşil ışık yaktığı doğrultusundaki iddiasıydı. Ancak Zarrab, Erdoğan ve Babacan’ın Ziraat ve Vakıfbank üzerinden de bu faaliyetlerin yürütülmesine izin verdiğini kendisine Çağalayan’ın ilettiğini söyledi. Dolaysıyla en azından şimdilik Erdoğan ve Babacan’ın aleyhinde yasadışı işlere karıştıklarına dair herhangi bir kanıt yok.
Sanık sandalyesinde zaten eski Halkbank yöneticisi Mehmet Hakan Atilla oturuyor. Kendisi bakalım neler anlatacak… Savunmasını Zarrab’ın ifadelerini çürütmek üzerine mi kuracak, yoksa topu Zarrab’ın yüklü miktarda rüşvet ödediği iddia edilen eski Halkbank genel müdürü Süleyman Aslan’a mı atacak?
Başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere iktidarın Zarrab’ın iadesi için bu denli ABD üzerinde baskı kurması haliyle ‘Acaba Zarrab neler biliyor da iktidar anlatacaklarından bu denli çekiniyor?’ sorusunu akıllara getirmişti.
Kimilerine göre Zarrab öyle bomba açıklamalarda bulunabilir ki iş iktidarın düşmesine kadar gidebilir. Geçiniz…
Piyasalar Zarrab davasının olası negatif yansımalarını çoktan satın aldı. 2001 krizinden sonra yapılan yapısal reformlar çerçevesinde Türk bankalarının yapıları güçlendi. Dava sonucunda büyük ihtimalle Halkbank ve davada adları geçen birkaç bankaya ceza kesilecektir. Erdoğan muhtemelen bu konuda epey gürültü kopartacak ve bunun da ‘FETÖ-ABD ortak yapımı bir kumpas’ın parçası olduğunu savunacaktır. Ama neticede sıkı bir pazarlıktan sonra borç cetveli üzerinde anlaşıp Türkiye o paraları çatır çatır ödeyecektir. Bizim vergilerimizden. Aksi takdirde Türk bankaları uluslararası piyasalarda parya muamelesi görür. Esas ekonomik çöküş o zaman başlar.
‘Yolsuzluğun bu kadarına Türk halkı tepki gösterir.’ Pek sanmıyorum. Zaten iktidarın propaganda aygıtı tüm hızıyla devrede. Mesele “Türkiye ABD istedi diye İran’la ticareti kesmedi, ABD’ye boyun eğmedi” diye sunuluyor. Milyarlarca doların ABD bankaları da devreye sokularak aklandığından ki ABD açısından esas suç unsurunu bu teşkil ediyor ve AKPli bakanlar ve bürokratlara dağıtılan milyonlardan hiç bahsedilmiyor. KHK’larla, hapis cezalarıyla sindirilen iş dünyası, medya ve en nihayetinde toplum Zarrab’ın dedikleri karşısında sokaklara dökülecek değil. Türkiye’deki çürüme ve çöküş yavaş çekim ilerliyor.
Ak koyun kara koyun esas 2019’da yerel, parlamento ve başkanlık seçimlerinde belli olacak. Eğer AKP belediye seçimlerinde büyük bir darbe yerse bunun akabinde Erdoğan’ın yapacağı tercihler Türkiye’nin kaderini tayin edecektir. Özellikle darbe kalkışması akabindeki icraatleri iyimser olmamız için herhangi bir neden sunmuyor.
‘İktidar Zarrab’ın hakim karşısına çıkmasını neden istemedi’ sorusuna dönecek olursak…
Kanaatimce yakın çevresi ve Erdoğan, gerçekten de ABD ve Gülencilerin kendisini iktidardan düşürmek için elbirliği yaptığına inanıyor. Gülenciler konusunda haklı olduklarını kimse inkar edemez. Hakan Fidan’ın 7 Şubat 2012 tarihinde KCK davası kapsamında Erdoğan hastahanedeyken ifade vermeye çağırılması bunun ilk, mide bulandırıcı ve en somut işaretlerinden biriydi.
Gülen’in emniyette, istihbaratta, orduda kümelenen elemanlarınının Batılı hükümetlerle paylaştıkları kimi bilgilerin de müttefiklik ve görev icabı olmaktan ziyade kendilerince Erdoğan’ın devrilmesini sağlamaya yönelik olması tümüyle ihtimal dahilinde. Dolayısıyla ‘Acaba Zarrab malum yolsuzlukların dışında sırf Erdoğan ve arkadaşlarını zora sokmak için bir takım yalan ifadelerde bulunur mu?’ sorusu tahminimce Beştepe’de tartışılıyordur.
Fakat bugün itibarıyla çok daha yakıcı bir soru gündemde. Rusya soruşturması kapsamında federal mahkemeyle işbirliği için anlaşan ABD Başkanı Donald Trump’ın eski ulusal güvenlik danışmanı Michael Flynn bakalım Türkiye’yle ilişkileri hakkında neler anlatacak?
Flynn daha şimdiden Turkiye Cumhuriyeti adına yürüttüğü faaliyetler hakkında yalan beyanda bulunduğunu FBI soruşturmasını yürüten özel yetkili savcı Robert S. Mueller’e itiraf etti. Böylece Flynn Hollandalı Türk işadamı Ekim Alptekin’den aldığı 500 bin doların Alptekin’den ziyade Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin lehine bir proje karşılığında aldığını teslim etmiş oldu.
Peki paranın kaynağı ne? Örtülü ödenekten mi geldi, yoksa Alptekin’in iddia ettiği gibi kendi kaynaklarından mı ödendi?
Flynn ile Zarrab arasında bir bağlantı var mı?
Ve Flynn iddia edildiği üzere Türk yetkililerle Gülen’i ‘paketleyip’ Türkiye’ye kaçırmak için herhangi pazarlıkta bulundu mu?
Bu ve benzeri sorular açıklık kazandıkça iktidarın algı aygıtlarına epeyce fazla mesai gözüküyor. (Diken)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.