Başarıyla sonuçlanması hâlinde büyük dönüşüm vaat eden bir süreçten geçiyoruz. Henüz yolun başlarında sayılırız. Zorlu bir yolculuk bu. Önümüzde virajlar, tüneller, çukurlar, hendekler var. Bazen hızlanacak, zaman zaman yavaşlayacak, belki arada duracağız.
Tabii ki asıl mesele, yolun sonuna kadar yürüyüp yürüyemeyeceğimiz. Bunu belirleyecek olan da, yürüme şeklimiz ve yol haritamız.
Bu yolculuğun kendisine ve şekline ilişkin siyasal konumlanmaları berraklaştırmak için şu sade soruyla başlamak faydalı olacaktır: Yola baktığınızda ne görüyorsunuz?
Ufukta ışık görenler
Bu soruya verilen cevapları iki grupta toplayabiliriz. Birinci grupta, bu yolun sonunda “barış ve çözüm” olduğunu düşünenler var.
Bu grubun, kendi içinde homojen olmadığını belirtelim. Öncelikle iki zıt kutbun, aynı anda bu grupta yer aldığını görmeye çalışalım. Ufukta “barış ve çözüm” olduğuna inanan ve bunu isteyenler bir uçta yer alırken; “barış ve çözüm” ihtimalinin kuvvetli olduğunu fark ettikleri için bu yolculuğa şiddetle karşı çıkanlar diğer ucu işgal ediyor.
Bu son grup, esas itibariyle ulusalcılardan, milliyetçilerden, çökmekte olan statükonun görünür ve görünmez artıklarından oluşuyor. Bu çevreler, içeriğinden bağımsız olarak, Kürt sorununda “barış ve çözüm” ihtimalinin bizatihi kendisini, ideolojik ve siyasal varoluşlarına yönelik bir tehdit olarak algılıyorlar. Bu nedenle, bu yolculuğa karşı tam bir alarm hâlinde olmalarına ve dahi seferberlik ilan etmelerine şaşmamak lazım.
Bu grubun diğer ucunda yer alanlar da her konuda hemfikir değiller. Barış ve çözüm isteyen ve yolun sonunda buna dair ışık görenler arasındaki farklılaşma, yolun nasıl yürüneceği noktasında düğümleniyor.
Anlaşıldığı kadarıyla hükümet ve ona yakın çevreler, daha çok, zamana yayılmış ve içerik açısından dikkat çekici olmayan adımlardan oluşan bir haritayı tercih ediyorlar. Buna karşılık, Kürt hareketinin tabanında böyle bir haritadan rahatsızlık duyduğunu gizlemeyen bir kesim var.
İlk başlarda daha keskin olan bu algı ve duygu farklılığı, aradan geçen süre zarfında biraz yumuşamış görünüyor. Hükümet ve ona yakın çevreler, her adımın hükümet istediği ölçüde ve onun mutlak kontrolü altında atılması tutumundan biraz uzaklaştılar. Kürt hareketinin huzursuz kesimleri de, kaygılarının bir bölümünü attılar.
... ve görmeyenler
Gelelim diğer gruba! Burada, girilen bu yolun sonunda ışık görmeyenler konumlanmış. Daha çok “bundan bir şey çıkmaz” havasındalar. Bu inançlarını doğrulamak için, bu yolculuk boyunca karşılaşılması son derece normal olan aksamaları, tökezlemeleri, duraklamaları aşırı bir abartıyla kullanıyorlar.
Bu grupta yer alanların büyük bir kısmını birleştiren husus, AKP karşıtlığıdır. Bu karşıtlık, bazen güvensizlik şeklinde ifade ediliyor, bazen korku olarak yansıyor, bazen öfke ve hatta nefret olarak sızıyor. Bu ruh hâli, yeni süreçle birlikte siyasetin imkânlarının nasıl arttığını, bu mecrada demokratik dönüşüm potansiyelinin nasıl güçlendiğini görmelerini engelliyor. Böyle olunca da, siyaset dışı, hatta siyaset karşıtı bir konuma savruluyorlar.
Yürümek
Şu kısa süre bile, bize bir şeyleri öğretmiş olmalı. Şiddetin derin kökler saldığı çatışmalı sorunların çözümünde sihirli anahtar, uzlaşma arayışıdır. Uzlaşmaya ulaşmanın en sağlam yöntemi müzakere; müzakerenin de can damarı demokratik siyasettir. Siyaset zemininde müzakere ederek ilerlemek ise, en güvenilir yol haritasıdır. İlerledikçe, ufuktaki ışık biraz daha belirginleşecek; o ışık da, yürüyüşü kolaylaştıracaktır.
Mesafe alındıkça, geri dönülmesi çok zor, caymanın bedellerinin çok ağır olduğu bir yolculuktur bu. Hükümetin, yolu sağlamlaştırmak için, bir yandan demokratik ilkelere daha fazla riayet etmesi; diğer yandan siyasal alanı ve demokratik kanalları tahkim etmeye yönelik reformları vakit geçirmeksizin yapması lazım. Bunda hem Türkiye açısından hem kendisi için sayısız fayda vardır.
Ufuk çizgisindeki ışıktan yansıyan manzaranın silueti bile benim için heyecan vericidir: Türkiye’nin atar damarlarındaki tıkanıklığın aşılması ve Mezopotamya’nın kesik damarlarının birleşmesi.
Bazılarına ham hayal gibi gelebilir. Bense bunu, yukarıdaki terimleri ödünç aldığım Eduardo Galeano’nun tasvir ettiği anlamda bir ütopya olarak isimlendirmeyi tercih ederim. “O ufuktadır, diyor Fernando Birri. Ben iki adım yaklaşıyorum, o da iki adım uzaklaşıyor. On adım yürüyorum, ufuk da on adım öteye koşuyor. Ne kadar yürürsem yürüyeyim, ona asla ulaşamayacağım. Ütopya neye yarar? İşte buna yarar: Yürümeye.”
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.