AK Parti ile MHP arasında, giderek sertleşen ve Ramazan ayına rağmen üslup ayarını kaybeden bir gerilim var. Hâlbuki iki partinin tabanı arasında mana kökleri ve inanç değerleri açısından öyle büyük farklar yok.
Aslında halkayı genişlettiğimizde, bizim halkımız arasında Türk’ü, Kürt’ü ile Sünni’si Alevi’siyle ve farklı yaşam tarzları olan kesimler arasında uzlaşma sağlayacağımız noktalar, ayrı düşeceğimiz noktalardan daha fazladır… Pekiyi neden o zaman bir kutuplaşmanın, bir gerilimin ve maalesef bir çatışmanın girdabında, huzurlu bir ülke hasreti çekip duruyoruz? Siyasi zeminler neden çatışma üslubu ile ha bire tahrip ediliyor? Neden yukarılardaki sert, hakaretamiz, tehditkâr, rencide edici üslup yüzünden, hayatı birbirimize zehir ediyoruz? Bu kutuplaşmanın, bu çatışmanın makul, geçerli, ikna edici hiçbir sebebi yok. Güzel bir ülkemiz var. Kalkınma heyecanı yaşayan dinamik bir toplumuz. Neden, uzlaşma yerine çatışma, diyalog ve hoşgörü yerine kin ve öfke var? Neden?
Daha da önemlisi üç zemin; Türk-Kürt, Sünni-Alevi ve yaşam tarzı farklı kesimlerin varlığı, stres biriktiren fay hatları olarak bir kaos ve darbe tehlikesini barındırıyor. Taksim ile Mısır’ın Tahrir Meydanı arasında paralellik kuranların darbe tahrikleri devam ediyor. Gezi’den daha sarsıcı bir PKK dalgasının gelmesi şaşırtıcı olabilir mi? Dağa çıkışların devam ettiği, Kandil’de toplanıp Siyasi Tutum Belgesi açıklayanların, halkın sokağa dökülmesi için kararlar aldıkları sırada, çözüm sürecinin nasıl bir güvensizlik cenderesine sıkıştırıldığını görmezden gelebilir miyiz? Çözüm sürecini, alternatif devlet kurma fırsatı olarak görenleri, sokaklara dökmek zor mudur?
Tehlikeli üç zemindeki kutuplaşma, gerilim, kin ve öfke birikimi evet, felaketlere davetiye çıkarıyor. Tamam da çözüm nedir?
Birbirine paralel gitmesi gereken iki çözüm var. Birincisi hükümetin, siyasetin, Meclis’in getireceği çözüm: Demokratikleşme hamlesiyle, biriken stresi dağıtmak. Yaklaşan yerel seçimlerin politik şehvetinden kurtulup, Türkiye’nin makulleşmesi için uzlaşma kapılarını açmak. Çatışma ve kavga yerine üslup güzelliğine dönüp kırılan gönülleri tamir fırsatı hâlâ var. Çözüm süreci, bir demokratikleşme hamlesine acil ihtiyaç duyuyor. Alevi vatandaşlarımızın gönlünü kazanacağımız jestler için acele edilmeli. Onların demokratik talepleri yerine getirilmeli.
Bir de toplum olarak bizim sorumluluklarımız var. Tehlikeli üç zeminde güven erozyonu var. Birbirimizi dinlememe, anlamaya çalışmama problemi var. Böyle olunca aramızda nasıl diyalog ve uzlaşma sağlanacak? Her kesimde artık makul insanların öne çıkması gerekiyor. Birbirimizin konumuna saygıyı esas alan, konuma saygıyı fikir ve düşüncelere de saygı kabul eden, kendisi dışındakilerin yaşam tarzını problem haline getirmeyen, tam tersine her türlü dayatma, baskı ve ötekileştirmeden uzak duran yüreklere ihtiyacımız var. Bir tek ilkeyi hayata geçirsek; başkalarını rencide etmeme hassasiyeti göstersek... Bunu yapanların kendileri de rencide olmayacaktır. Hatta bir adım öne çıkıp, “incinsen de incitme” diyenlerden olsak…
Maalesef siyaset ve medya işimizi çok zorlaştırıyor. Çünkü onlar toplumu etkiliyor. Siyasetçi kavga ediyor. Ramazan demiyor üslup ayarını kaybediyor. Meclis’te kavgalar, hakaretler oluyor. Medya da bunları veriyor. Her akşam bunları seyreden vatandaşlar da çileden çıkıyor. Toplumun kimyası bozuluyor. Şunca tehdide ve tehlikeye rağmen bunu neden yapıyoruz? Birbirimize neden zulmediyoruz? Yeter artık… h.gulerce@zaman.com.tr