• BIST 9335.51
  • Altın 2940.718
  • Dolar 34.4659
  • Euro 36.3751
  • İstanbul 11 °C
  • Diyarbakır 13 °C
  • Ankara 14 °C
  • İzmir 21 °C
  • Berlin 3 °C

Yeni Türkiye ve sorunları

Nabi Yağcı

Başbakan Erdoğan’ın BM’de yaptığı konuşma önemliydi. Soğuk Savaş sonrasında hep işaret edip durduğumuz bir gerçeğe işaret etti. Birleşmiş Milletler (BM) bu haliyle devam edemez. Nedeni ise çok açık. Eskinin iki kutuplu dünya gerçeği üstüne oturan BM, değişen dünyanın yeni gerçeklerine yanıt verme yeteneğine sahip değil. Başbakan’ın da işaret ettiği gibi BM, dünün emperyal ve hegemon devletlerinin borusunun öttüğü diğer devletlerin ise bu güçlerin vesayet altında kalışını doğuran bir yapıya sahip. Tıpkı IMF ve Dünya Bankası gibi...

Oysa dünyanın savaşlara, savaş kışkırtmalarına, kitlesel açlığa, hastalıklara, çevre felaketlerine, gelir bölüşümündeki adaletsizliklere karşı duyarlı davranacak küresel düzeyde yeni bir işbirliği organizasyonuna ihtiyacı var
. Bu yeni işbirliği gereksinimini hakkıyla karşılayabilmede eski dünyanın damgasını taşıyan bu uluslararası örgütlenmeler yeterli olamazlar. Zira ulus-devlet paradigması temelinde kurulmuş örgütlerdir bunlar. Başka deyişle devlet merkezli reflekslere sahiptirler. Bu örgütlerde halkların, sivil toplum örgütlerinin sesi hakkıyla duyulmaz. Gerçi eskiye göre bu yapıların davranışlarında değişmeler olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Dünya Bankası’nda olduğu gibi... Sivil toplum örgütleri bu yapılar üstünde düne göre etkilerini bir hayli arttırdılar. Böyle de olsa dediğim gibi bu yapılar devlet refleksini öne alan yapılardır. Yeni dünyanın yeni ihtiyaçları ise ulus-devlet çerçevesinin dışına taşıyor.

Böyle de olsa eski dünyaya ait yapılar bir günde değişemeyeceği gibi bu değişim dünün hegemon devletlerinin ellerine bırakılarak da gerçekleşemez. Dünün mazlum halkları, vesayet altındaki ülkeleri ve onların devletleri bu eski yapıları değişime zorlamak durumundadırlar.

İşte bu çerçevede Başbakan’ın yaptığı konuşmayı önemli buluyorum. Önemli ama bu söylem aynı zamanda sorunlu da...

Yeni Türkiye ve yeni söylemi

Söylem, yeni dünyanın öne çıkan yeni kavramlarından biri. Her ne kadar öneminin keşfedilmesi eskiye dayanıyor olsa da popülerleşmesi yenilerde oldu. Bu kavramın içeriğini anlamak için söylem etkinliğini “söylemek” fiilinin basit ve dar çerçevesi dışında düşünmeliyiz. Söylem dil ile pratiğin çelişkili birliğini ifade eder. Başka deyişle ifadeniz ifade tarzınızla da bir bütün oluşturur. Ama şimdi konumuz bu değil. İşaret etmekle yetinelim.

Barış isteğini savaşkan bir ruhla ve bunu dışa vuran bir ifade tarzıyla dile getiriyorsanız orada söyleminiz sorunludur. Türkiye bir yandan “dünyada ve Ortadoğu’da barış” derken öte yandan “nereden gelirse gelsin savaşa hazırız” türünden ifadeler kullanıyorsa bu yalnız dilindeki çelişkiyi değil söylemindeki çelişkiyi de yansıtır. Zamanla diliniz başka, pratiğiniz ise başka haline gelir. Barışın dilinin yerini savaşın dili alır.

Bugün 2008 küresel finansal krizinden sonra, dünün emperyal, hegemon devletleri kapitalizmin krizinden çıkışı eski yani 1929 krizi sonrasında olduğu gibi, devletçi yollarda aramaya başladılar. AB’nin siyasi krizi bunu yansıtıyor. Bu yol dünya olmasa bile bölgesel savaşlara kapı aralayan yeni tehlikeleri beraberinde getirir. Bu açıdan Türkiye’nin Kıbrıs ve Yunanistan ilişkilerinde artan yüksek gerilim ve İsrail ile savaş havası çok tehlikeli. Gelişen bu yeni tehlikeli eğilimleri daha iyi anlamak için Cemil Ertem’in Star gazetesinde çıkan son yazılarına bakmanızı tavsiye ederim.

Diğer yandan Türkiye kendi içinde Kürt sorununun çözümünde güç kullanmayı öne aldığı yeni koşullarda, Başbakan’ın “Barışçı” söylemi bu açıdan da sorunludur. Kendi iç sorununu daha fazla demokrasi yoluyla değil de, güç kullanma yoluyla çözmeye yönelen bir devletin dünya barışı için dile getirdiği haklı eleştiriler ne yazık ki hak ettiği etkiyi zayıflatıyor.

Oysa belki yeterince hissetmiyoruz ama artık Türkiye her şeye rağmen yani Kürt sorununu barışçı yoldan henüz çözüme kavuşturabilmiş olmasa da, Kıbrıs sorununu çözebilmiş olmasa da “yeni bir Türkiye” oluyor.
Ekonomide olumlu performansıyla, özellikle sivil demokrasiyi geliştirmede attığı ciddi adımlarla, Müslüman bir ülke olarak farklı bir laiklik örneği ortaya koymasıyla yalnızca dikkatleri üstüne çeken değil dikkate alınan bir ülke haline geliyor. Klasik deyişle bölgesel bir aktör olarak öne çıkıyor.

Yeni Türkiye bölgesel aktör olarak Batı’da bilhassa Avrupa ve AB içinde, yukarıda işaret ettiğim yeni dünyanın ihtiyaçları açısından da son derece dinamik bir rol oynayabilir
.

Ama bu söylem ve bu vizyonla değil. Devam edeceğim.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89