İslami kesimin çeperden gelerek merkezi kuşatan ve yeniden tanımlayan siyasi dinamiği Türkiye’de kendisini ‘solcu’ olarak tanımlayan, giderek bunu ideolojik bir kimlik sanan insanları psikolojik bir açmaza sürükledi.
Ortada bir ‘sola ihtiyaç var’ klişesi dolaşmaya başladı. Buna göre gerçek bir demokrasi sol olmadan olmuyor ve AKP de herhalde tanımı gereği ‘sağcı’ olduğu için memleketin bir sol partiye ihtiyacı oluyor.
Öncelikle meselenin temelinden başlayalım: Sol ve sağ birer ideolojik değil, siyasi kimlik… Yani kendi iradenizle solcu veya sağcı olmazsınız. İnsan bir ideolojik tutumun savunucusu olur ve belirli siyasi atmosfer ve konjonktürde de solcu veya sağcı olarak görülür, öyle tanımlanır. Diğer bir deyişle solculuk ve sağcılık başkalarının bizi nasıl gördüğüyle, bu ise bizi kuşatan siyasi anlam dünyasıyla ilişkilidir. Yıllar önce hocamız İlkay Sunar’ın bizlere sorduğu üzere, acaba Sovyetler Birliği döneminde milliyetçi ve gelenekçi şair Yevtuşenko sağcı mıdır yoksa solcu mu? Eğer sıkça tanımlandığı üzere solculuk evrensel bir bağlam içinde özgürlük ve eşitliği hedefleyen bir değişimin savunuculuğunu yapmaksa, Yevtuşenko’nun solcu olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bu ise Sovyet resmi ideolojisinin bir sağcılık olduğunu söyler. Söz konusu gözlem aynı fikriyatın farklı siyasi ortamlarda, ürettiği işleve göre sol veya sağ olabileceğine işaret eder. Dolayısıyla hiçbir ideoloji tanımı gereği ‘sol’ veya ‘sağ’ değildir. Diğer taraftan bu kavramlar da göreceli yapıda olmaları nedeniyle ideolojik konumlar gibi her koşulda aynı içeriğe gönderme yapmazlar.
Solun genel niteliği olarak öne sürülen kavram değişimciliktir ve bu hedef genelde daha eşitlikçi, adil ve özgür bir ortama doğru siyaset yapıldığı kabulüyle bütünleşir. Ancak daha eşit, adil ve özgür bir sistemin ne olduğu doğal olarak o an var olan sistemin karakteri ile doğrudan bağlantılı olacaktır. Eğer Türkiye’den söz etmekteysek önce Türkiye’deki yönetim sisteminin ne olduğunu, nasıl işlediğini ortaya koymak gerekiyor. Cumhuriyet’le birlikte oluşan ve günümüze kadar ayakta tutulmaya çalışılan Kemalist hegemonya ve düzenin temel özelliklerini basitçe şöyle sıralamak mümkün: Bir siyasi partiye, ardından askeriyenin önderliğinde bürokrasiye dayanan bir vesayet sistemi, toplumun ürettiği katma değeri tekelci bir yapı içinde yeniden dağıtım mekanizmasına sokan bir merkeziyetçilik, kamusal alanı milliyetçilik ve laiklik üzerinden daraltan ve vatandaşlığı devlete biat etmenin önkoşulu haline getiren bir baskı atmosferi, kültürü pozitivist bir anlayışla toplumu şekillendirmek üzere kullanan bir elitizm. Rejimin pratikteki karşılığı ise laikliğin bir ilericilik olarak öne sürülmesi ve devletin çeperinde yaratılan Türk ve laik cemaat içinde dağıtılan imtiyazlarla sistemin meşruiyetinin sağlanması oldu. Sistem ne eşitlikçi, ne adil ne de özgürlükçüydü ve ayrımcılığın temelinde devletin tahayyülündeki makbul kimliğe uygun olmayanların dışlanması vardı.
Böyle bir ülkede acaba hangi siyasi hareket ‘sol’ adını almayı hak eder? Herhalde sistemi aynen bu şekliyle sürdürme peşinde olanlar değil. Aksine sistemin mağdur ettiği kesimlerin haklarını arayarak ve onların taleplerine dayanarak sistemi değiştirmeye çalışanları ‘solcu’ kabul etmek durumundayız. Böyle bakıldığında AKP ve BDP’nin tarihsel bir perspektifte bugünün siyasi yelpazesindeki sol kanadı oluşturdukları açıktır. Nitekim şaşırtıcı olmayan biçimde anayasa yapım sürecinde, temel maddelerin yazımında bu iki parti arasında çok daha fazla benzerlik ortaya çıktı. Aradaki farklılıklar ise demokrasinin normatif niteliklerinin ne olması gerektiğinden ziyade, ya taşınan kimliklerin kendine özgü hassasiyetinden, ya iktidarda veya muhalefette olmanın ima ettiği hareket alanının farklılığından ya da henüz aşılamayan zihniyet eşiklerinden kaynaklandı.
Kısacası “Türkiye’nin bir sol partiye ihtiyacı var” cümlesi epeyce mizahi. Çünkü Parlamento’da zaten iki sol parti var ve nitelikli çoğunluğu oluşturmaktalar. Söz konusu ihtiyacı seslendirenler ise aslında yelpazenin sağında yer alıyor ve var olan sistemi savunuyorlar. Bu karışıklığın basit bir nedeni var: Doğrusal, pozitivist tarih anlayışı… Buna göre toplumlar hep daha ileriye gidiyorlar ve bu ‘ilerlemenin’ ana kıstası laiklik. İleriye gidişi destekleyen değişimler de solculuk oluyor. Böylece insanlar sırf laik oldukları için kendi tahayyüllerinin daha ileri olduğunu düşünebiliyor ve kendilerine solcu diyorlar. Oysa önemli olan siyasi işlevinizin ne olduğu…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.