TBMM’de, “Terörden Kaynaklı Yaşam Hakkı İhlali Alt Komisyonu” adıyla yeni bir komisyon kuruldu.
Hayırlara vesile olsun diyelim.
Komisyon Başkanı Sayın Naci Bostancı bu konuda Taraf gazetesinden Burhan Ekinci’ ye şöyle demiş:
“PKK merkezde olmak üzere gerçekleşen terör eylemlerinde, insanlar hayatlarını kaybettiler. Diğer taraftan terörün kurbanları olarak değerlendirdiğimiz teröristler var. Hayatlarını yitirdiler. Neden ve gerekçeler ne olursa olsun insan hayatı kaybı trajiktir. İnsani temelde ortak bir alanın söz konusu olduğu bir zemin var.”
İşte bu ortak zemini güçlendirmek için, mağdurlar dinlenecek, gerektiğinde İçişleri Bakanlığı ve Genel Kurmay’dan olaylar hakkında tutulmuş kayıtlar istenecek ve bu çalışma mümkün olduğu en kısa zamanda, 1- 1,5 yılda bitirilecek.
Komisyon adından da anlaşılabileceği gibi, 1980’li yıllardan bu yana meydana gelen insan hakları ihlallerini her şeyden önce “terör saldırıları sonucu meydana gelmiş ihlaller” olarak tarif ediyor.
Saldırıların merkezinde ise PKK var.
Ama bu tarif gerçeği bütünüyle vermekten çok uzak bir tarif.
Kuşkusuz PKK, sivilleri hedef alan ihlallerin önemli bir bölümünden sorumludur.
PKK içinde gerçekleşen iç infazların ise, doğru dürüst kaydı bile yoktur.
Peki, JİTEM’i, Özel Harp Dairesi’ni, MGK’da hazırlanan ölüm listelerini, boşaltılan üç bin köyü, Diyarbakır cezaevini, devlet güçlerinin işlediği faili meçhul cinayetleri nereye koyacağız?
Bütün bunlar “terör ve terör saldırıları” olarak izah edilebilir mi?
Burada, amacı ve hedefi belli bir devlet taammüdü yok mudur?
Taammüdün, yani planlayarak adam öldürmenin, köy yakmanın, gözaltında kayıp ettirmenin olduğu yerde, terörizm ve terör kavramı, hakikati anlamamızı kolaylaştırmaz, zorlaştırır.
Sözü edilen döneme, uluslararası hukuk ve sözleşmelerin normlarına göre bakıldığında terör ve terörizm kavramıyla açıklanabilecek bir durumun olmadığı anlaşılır.
Otuz yıl boyunca, ülkenin bir bölgesinde, etnik kimliği farklı bir halka karşı sistemli olarak işlenen suçları uluslararası hukuk ve insan hakları sözleşmeleri, terör ve terörizm kavramlarıyla değil başka kavramlarla izah ediyor.
Susurluk Raporu’ndan bu yana, devlet içinde örgütlenmiş grupların sistemli olarak, birtakım suçlar işlediklerini biliyoruz.
Şimdilerde ortaya atılan iddialara bakılırsa, bu suçların basit çete suçları olmadığı ve çoğuna MGK’da karar verildiği anlaşılıyor.
Dolayısıyla, eğer bu dönemde meydana gelen hak ve yaşam ihlalleri derken failin sadece PKK olduğu olaylar anlaşılıyorsa, söylenecek fazla bir şey yok.
Meclis çatısı altında böyle bir araştırma da yapılabilir elbette.
Ama o zaman da, böyle bir araştırmanın kamuoyuna sunuş biçimi bu şekilde olmaz diye düşünüyorum.
Açıklamalara bakılırsa, çalışma 1,5 yılda bitirilecek, komisyon bu süre içinde mağdurları dinleyecek ve sonra da mağdurların anlatıları kitap haline getirilecek..
Peki failler, kitle katilleri, onlar ne olacak, onları kim araştıracak, onların ifadesine kim başvuracak?
Mahkemeler ve savcılar diyeceksiniz doğal olarak.
Ama Ergenekon’dan tutun da JİTEM davalarına kadar, söz konusu davaların hemen tümünde yargının daha derinlere gidemediği, soruşturmaların tıkandığı bir gerçek.
Bu dava süreçlerini kolaylaştırmak için devletin güvenlik ve istihbarat birimlerinin ellerindeki bilgileri, kayıtları mahkemelerle paylaşmalarının zamanı geldi.
O kadar ki, bugün Meclis’in veya Devlet Denetleme Kurulu’nun müdahale etmesi gereken çok sayıda cinayet ve toplu katliam dosyası bulunuyor.
Ama bu dosyalar zamanaşımıyla karşı karşıya.
İnsanlığa karşı işlenmiş suçlar konusunda yeni yasal düzenlemeler yapılmazsa, faillerin her birinin aramıza muteber işadamı, saygıdeğer siyasetçiler ve hatta kanaat önderleri olarak dönmeleri işten bile değil. Yanıldığımı düşünüyorsanız, aklınıza Mehmet Ağar’ı getirin.
O kamyon o gece Susurluk’ta Mercedes’e çarpmasaydı, hiç kuşkunuz olmasın, Ağar cumhurbaşkanı bile olurdu..
Mehmet Eymür’ün geçen hafta savcılıya verdiği ifadenin de ortaya koyduğu gibi, duvardan çekilen her taşın altından Mehmet Ağar ismi çıkıyor.
Taraf Ankara Büro’dan Arzu Yıldız’ın dün gazetede yer alan haberini okurken ürpermemek mümkün değil..
Bu ifadeyi savcılara veren kişinin, sıradan bir istihbarat bürokratı olmadığı biliniyor.
Eymür, JİTEM ve Emniyet içinde olup bitenlerin yıllarca istihbaratını yapmış ve raporlar yazmış bir kişi.
Ancak onun Yeşil’i MİT’e transfer ettikten sonra Yeşil’le kurduğu ilişkilerin mahiyeti yeteri kadar bilinmiyor. Yeşil’in asıl faaliyet alanı olan Elazığ, Dersim, Diyarbakır, Muş gibi illerde gerçekleşen ve Yeşil’in planladığı söylenen hemen hiçbir cinayete yer verilmemiş olması çok ilginçtir.
Buna rağmen Eymür’ün anlattıkları Susurluk dosyasının yeniden açılmasını ve genişleyerek derinleşmesini mümkün kılacak kadar kapsamlıdır.
Ama bunun için Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun da harekete geçmesi gerekiyor.
Davalarda zamanaşımı problemi şu anda el atılması gereken en ciddi problemlerden biri olarak görülüyor. Türkiye insanlığa karşı işlenmiş suçlar meselesini yeniden gündemine almalı ve Meclis çözüm üretmelidir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.