“Sessizlik yine de iyi” başlıklı önceki yazımda, PKK’ye yönelik askerî operasyonların sürmesine rağmen Mesut Barzani’nin Türkiye’ye gelişinden sonraki birkaç günlük sessizliği düşünerek, “acaba mı?” demiştim, acaba bir umut ışığı yanar mı? Beklediğim şey bir sihirli flüt sesiyle bir gecede barışın gelmesi değildi, yalnızca ufak bir ışık, biraz sakin düşünme zamanı kazanmaktı. Zira işler öylesine kötüye gidiyordu ki azıcık kapı aralanmasına ihtiyaç vardı. Günün, karanlığın en kesif olduğu zamanda ağarmaya başladığını bilmenin getirdiği bir umut benimkisi. İnsanlığın iyi geleceğine olan “ütopya” derecesinde iflah olmaz bir umut!
Biraz sessizlik, soğukkanlı düşünmeye biraz yatırım yapma ihtiyacı yalnızca PKK-Devlet çatışması nedeniyle doğmuyordu. Son zamanlarda bir yandan Susurluk çetesi ve derin devletle ilgili çarpıcı yeni gerçekler ortaya çıkıyor ama çok tuhaf biçimde bunların üstüne gidilmediği gibi cinayet zanlıları yargı tarafından “somut delil yok” gerekçesiyle serbest bırakılıyordu. Ergenekon davaları ise sanki çürümeye terk edilmiş gibi.
Cezaevinde bir tanık, Ayhan Çarkın “Somut kanıtlar var, ben savcıya kroki de çizerek anlattım” diyor ama devlet meselenin üstüne gitmemiş. Bir hukuk devletinde böyle şey olabilir mi? Bizde oluyor işte. Fakat mesele yalnızca bir hukuk yoksunluğu meselesi değil, siyasi hava iyiden iyiye kötüye dönmüş görünüyor. Bu nedenle “ne oluyor” sorusunu ateş ve barut kokusundan uzak soğukkanlı düşüneceğimiz, tartışacağımız bir zaman, bir kapı aralığı aradım.
Öyle anlaşılıyor ki karanlığın en kesif olduğu zamana daha varmamışız, yaşayacağımız daha koyu karanlıklar varmış.
Son günlerde Güneydoğu’dan askerî operasyonlar sonucu Kürtlerle ilgili gelen yoğun ölüm haberlerini bir KCK dalgası daha izledi. Bizim aslan demokratlarımız “hapiste gazeteci var mı yok mu” tartışmasını yapadursunlar bu kez operasyon daha geniş olarak gazetecilere yöneldi, üç beş değil kırk gazetecinin alındığını duyuyoruz. Öyle görülüyor ki bu mesele KCK meselesi de değil artık, gerekçe o olsa da oradan çıktı. Bu bir dip kazıma operasyonu, “Kürt açılımını” veya “Kürt sorununu tasfiye” operasyonu biçimini aldı.
Sanki “PKK yeni saldırılar yapsın, yeni Kürt gençleri dağa çıksın, silâh tüccarlarının cebi dolsun, anaların gözyaşları durmasın” isteniyor. Bu duruma başka bir anlam veremiyorum. Verebilen varsa beri gelsin...
Ülkemizde bir başbakan Dersim Katliamı’yla ilgili özür dilemiş miydi yoksa biz yanlış mı duymuştuk? Gaipten gelen bir ses miydi bu yoksa? Hiç kuşkum yok gelecekte Kürtlerden özür dileyecek bir devlet adamı çıkacak ama korkarım bu Tayyip Erdoğan olmayacak. Hatta yalnız Kürtlerden değil, bu sorunu barışçı yollardan çözme basiretini gösteremedikleri ve bu nedenle otuz yılda elli bine varan canın yitip gitmesine neden oldukları için Türk-Kürt bütün vatandaşlarından özür dileyeceklerdir. Muhtemelen bizim kuşak görmeyecek bu özür dilemeyi ama vicdanlar sonsuza dek susmayacaksa o günler de gelecek.
Ütopyalarımız olmalı
Bu arada bir ima yapıyor olmamak için sevgili dostum Gürbüz Özaltınlı’nın “Ütopya ve vicdan” yazısına bir gönderme yapayım: Her tarafı yangın yerine dönmüş bu dünyada ütopyası olmayan bir vicdan düşünemiyorum ben. Hiç kuşkusuz ütopyalar da eskir; zira insanın hayalleri, insanlık tecrübeleri ve değer yargıları yükseldikçe daralmaz daha da genişler; bilinemezleri bilmeye daha çok cesaret eder, daha geri değil daha ileri, daha gelişkin ütopyalar kurar, görülmeyen parçacıkların peşine düşer insanoğlu.
Ütopya yoksa felsefe de olmaz. Dünün yanlışı da bu değil miydi? Kabalaştırılmış Marksizm, “Marksizm artık ütopyayı öldürdü çünkü Marksizm bilimdir, felsefenin yerini bilim aldı, tarihsel zorunluluk yasası bizi sosyalizme götürecek” demiyor muydu?
Ütopya kavramı “topos (yer)” sözcüğüne iki ekin birleştirilmesinden türedi; “ou”= yok, “eu”= iyi. Yani henüz olmayan, “yok/iyi-yer”i hayal etmek demek ütopya. Ütopist olmakla bir ütopyaya sahip olmak aynı şey değil bana göre. Ayrıca geçmişi, geleneksel sosyalizm anlayışını eleştirebilmek için dogmalarla birlikte “ütopyayı” da çöpe atmak hiç de zorunlu değil. Zorunlu olmadığı gibi dünkü yanlışı tekrar etmek olur diye düşünüyorum.
Ayrıca, kapitalizmin rasyonalitesini, evrensel insan hakları rasyonalitesi (akılcılığı/hikmeti) yerine ikame etme tehlikesi solun veya sol olsun olmasın demokratların zihniyet dünyasının yeni tehlikesi olarak görünüyor bana.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.