Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesi modern ulus-devlet dünyasının tıkanma sürecine denk düştü. Bunlar elli yıl önceki iki kutuplu ve ayrımlaşmış dünyada yaşansaydı, sonuçları da muhtemelen çok farklı olurdu. İki kutuplu yapının en önemli unsuru ABD ve SSCB’nin kendilerine ‘ait’ ve ‘has’ kültür ve ülke hegemonyaları üretmesiydi. Öyle ki bu ayrışma içinde coğrafya bir ‘mesafe’ ima etmekten uzaklaşmıştı. Örneğin ABD dünyanın öteki ucundaki Güney Kore’yi, ya da SSCB yine dünyanın öteki yakasındaki Küba’yı ideolojik benzeşme ve hamilik üzerinden sahiplenebiliyordu.
***
Bugün bu imkan giderek ortadan kalkıyor. Uzak coğrafyaları salt ideolojik kapsam alanında tutma sayesinde kendi nüfuz alanına çekmek zorlaşıyor. Küreselleşme dualist katı yapıyı parçaladı, sulandırdı ve daha dinamik olmaya zorladı. Bugün dünyanın önemli süper güçlerini sayarken, on yıl sonrasında çok değişik bir tablo ile karşı karşıya olma ihtimalini dışlayamıyoruz. Statik dengelere dayalı ve uzun vadede öngörülebilir olan bir dünyamız artık yok… Onun yerine hızlı değişim özelliği gösteren, işbirliklerinin ve çatışmaların çok yönlü etkiler ürettiği, dolayısıyla da her ülkenin sınırlarının daha geçirgen ve esnek hale geldiği bir dünya var.
Bu durum emperyalist hayalleri ve çabaları ortadan kaldırmıyor ama onu önemli ölçüde başkalaştırıyor. Örneğin emperyal arayış artık sadece ABD ve SSCB’nin tekelinde değil. Her ülkenin kendi boyuna ve yeteneğine göre ‘yeniden’ emperyal bir siyasete yönelmesinin karşılığı olabilecek. Ancak buna ikinci bir hususu da eklemek gerek: Geçmişte büyük güçlerin yaptığı yanlışların bedelini kendileri değil, küçükler ödüyordu. Önümüzdeki dönemde öyle olmayacak… Emperyal hayalleri olan ülkelerin yanlışları büyük bedeller olarak yine bu ülkelere dönecek, çünkü aynı hayallere sahip olan ve kendi kıratlarındaki başka ülkeler söz konusu hatayı ‘nakte çevirmekte’ tereddüt etmeyecekler.
***
Daha geniş bir zeminde ise emperyalizmin ‘altın’ pratik kuralının değiştiğini kayda geçirmek lazım... ‘Klasik’ emperyalizm betimlemelerinde sıkça tekrarlanan deneyim, bir büyük gücün coğrafi bir alanı bir biçimde sömürgeleştirmesi, parçalara ayırması ve yönetmesi üzerine inşa edilmişti. Alışılmış klişe ile ifade etmek gerekirse emperyalistlerin düsturu ‘böl ve yönet’ idi. Ne var ki bugünün çok aktörlü, çok katmanlı ve geçişli dünyasında bölmek yönetmeyi sağlayamayabiliyor. Hatta tam aksine böldükçe bir coğrafyayı yönetilemez hale getirebiliyorsunuz.
Bugünün ‘altın’ kuralı şu: Eğer ilgilendiğiniz coğrafya size yakınsa, siyasi ve kültürel açıdan arka bahçeniz niteliğine sahipse ve başkalarının oraya nüfuz etme imkanı azsa, ‘böl ve yönet’ stratejisini kullanın. Ancak eğer coğrafya size uzak, siyasi ve kültürel açıdan bir başkasının arka bahçesi olmaya eğilimli ve başkalarının nüfuz etmesine olanak veren cinsten ise ‘birleştir ve yönet’ stratejisini benimseyin.
***
Dolayısıyla bugün Ortadoğu’ya ilişkin yaklaşımlara baktığımızda Rusya’nın ‘böl ve yönet’, ABD’nin ise ‘birleştir ve yönet’ mantığına yakın durduğunu görüyoruz. Rusya Kafkaslar’da yaptığının aynısını Ortadoğu’da gerçekleştirme peşinde. Başarırsa belirsiz bir süre için oraya bir başkasının müdahalesi büyük ölçüde imkansız hale gelecek. ABD ise ülke bütünlüklerinin olabildiğince korunması ve böylece hem anlamlı muhataplar, hem de Rusya’nın gücü altında ezilmeyen aktörler üretme peşinde. Batı ittifakının bizler için anlam ve değeri de zaten bu noktada…
Not: Rektör seçimi, Kürt Belediye Başkanları, hele de Fırat Anlı, şimdi de Cumhuriyet gazetesi… Ortak akıldan ortak akılsızlığa doğru hızla ilerliyoruz...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.