Son dönem siyasi gelişmeler, Türkiye'nin sorun çetelesine iki yeni meselenin daha eklendiğini gösteriyor... İlki 2002 sonrası başlayan değişim sürecinin ürettiği, özellikle hukuk düzeninde karşımıza çıkan, teknik ve münferit olma boyutunu aşmış aksaklıklar, çatışmalar ve ihlallerdir.
İkincisi yine bu değişim sürecinde, çeşitli siyasi gerginlikler, ittifaklar ve ilişkiler sonucunda üremiş, devlet alanında etkili ve ayrı bir strtateji izleyen, vahimi şeffaf olmayan yeni iktidar odakları meselesidir.
Bu iki sorun, doğal olarak iki politik ve demokratik "ödev"in altını çizer.
- Değişim sürecinin ürettiği aksaklıkları hızla gidermek, bu yolla hem haksızlık ve ihlalleri ortadan kaldırmak, hem değişim hamlelerini taşıyan Ergenekon, balyoz gibi adli süreçlerin üzerindeki gölgeleri kaldırmak....
- Bu aksaklıkların önemli ölçüde temelinde yatan, şeffaf olmayan informel iktidar dokularının denetimiyle ilgili demokratik nitelikli stratejiler üretmek...
Bu iki "ödev"in ortak noktası, adalet, şeffaflık, hakkaniyet gibi değerlere doğrudan temas eden "meşruiyet" meselesidir.
"Demokratik meşruiyet", başta Kürt meselesi olmak üzere pek çok konuda beklediğimiz "demokratik siyaset"in öncüsüdür, hatta "önkoşulu"dur.
Bugün Türkiye birçok anlamda ve alanda bu önkoşulla bir sınav verme aşamasındadır.
Şöyle söyleyelim:
Altımızdaki siyasi zemin, yukarıda altını çizdiğimiz iki yeni durumla ilişki içinde hareket etmektedir ve edecektir. Bir yandan ülkenin Kürt meselesi gibi köklü sorunlar ile temizlik sürecinin alacağı demokratik ya da otoriter istikametin bu zeminle ve meşruiyet meselesiyle yakın ilgisi vardır.
Öte yandan süren ve derinleşebilecek devlet içi gerginlikler, devlet-siyaset ilişkisinin yeniden tanımlanması ve sivil kurumlaşması da bu zeminle ilişki içinde gerçekleşecektir.
Bu sorunlar ve ödevler çerçevesinde, kullandığı yetkiler, güç ve merkezkaç eğilimleri açısından en önemli ya da öncelikli kurumun yargı olduğu açıktır.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, dün, Uluslararası Yargı Reformu Sempozyumu'nda tüm bunları akla getiren bir konuşma yaptı.
Bu konuşmadan etkilendim ve konuşmayı önemsedim.
Şöyle diyordu Haşim Kılıç:
"Dün yargının siyaseti kuşatma gayretlerine karşı çıktığımız gibi bugün de siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermeyeceğiz... Hakimin ideolojik baskı, dostluk ve düşmanlık duygularından arındırılması, tarafsızlığının olmazsa olmaz koşuludur. Vicdanlar üzerinde oluşan bu işgaller kalkmadıkça, bağımsız ve tarafsız bir yargının oluşumunu sağlamak mümkün değildir..."
Ekliyordu:
"Hukuk, siyasal, kültürel ve sosyal hayatı dönüştüren çok güçlü bir araçtır. Bu aracın dönüştürücü gücünü, toplumu hizaya sokan vesayetçi bir anlayış için değil, insan onurunu huzura erdiren hak ve özgürlüklerin adil dağıtımında tüketmeliyiz.
Aktörleri değişmiş yeni vesayet odaklarının oluşmasına imkan vermeyen samimi değişimlere inanmak istiyoruz.
Hukuk sistemini geliştirirken, yeni mazlum ve mağdur yaratmayalım. Farklılıklarla bir arada yaşamanın yolu, başkalarının hak ve özgürlüklerini savunma erdemini göstermemize bağlıdır.
Bilinmelidir ki bir mazlumun seher vaktinde döktüğü bir damla gözyaşının tanıdık silahların gücünden daha etkili olduğunu, geçmişte yaşadıklarımız bize göstermiştir."
Altını çizelim ne Kılıç siyasi iktidarla ters düşen bir isim, ne de temsil ettiği Anayasa Mahkemesi bugün siyasi iktidarla itişen bir yapı...
Kılıç sadece "doğru olan"ı söylemiyor, aksaklıklar, ihlaller, yeni iktidarlar karşısında siyasi tavır alıyor.
Sözünü ettiğimiz demokratik strateji ve şeffaflık hamleleri bu tavırda gizlidir.
Türkiye'nin önümüzdeki yolunun bu olacağına inanmak istiyoruz...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.