Fransa'daki yasaya karşı sergilenen resmi tepkilerde muhalefet partilerinin de desteği sayesinde 'görkemli' bir birlik beraberlik mesajı verilmiş oldu.
Doğrusu bu durum muhalefetin ne denli tutarlı olduğunun da nişanesiydi. Çünkü şimdiye kadar AKP'nin yaptığı neredeyse her özgürlükçü adıma direnen muhalefetin desteğini almak için herhalde böylesine 'milli' bir panik atakta buluşmak gerekiyordu. Aslında muhalefetin desteği ve 'birliktelik' hali, yapılanın yanlış olduğunun da göstergesi...
Şu ana kadar ortaya konan tutumda tek bir doğru tavır bile olmadığını rahatlıkla iddia edebiliriz. Cezayir'le başlayalım... Türkiye'nin Fransa'ya bu soykırımı hatırlatmadan önce biraz düşünmesi gerekmez miydi? Bütün o süreç boyunca Türkiye'nin Fransa'nın yanında durduğunu, uluslararası platformlarda bu ülkeyi desteklediğini dünya bilmiyor mu? Öte yandan bir başkasına kendi soykırımını hatırlatarak dolaylı şantaj yapmanın anlamı 'birlikte susalım' demek değil mi? Yani kendi geçmişinde soykırım olan ülkeler, başka ülkelerin soykırımlarından bahsetmeyecek ve hemen her ülkenin tarihinde soykırım olduğuna göre de bütün geçmiş toplu cinayetleri ve katliamları hep birlikte unutacağız... Bunun ne kadar fırsatçı ve utanç verici bir önerme olduğunu anlamak niye bu kadar zor, anlamak mümkün değil... Ama bir adım daha gidelim: Diyelim ki Fransa önümüzdeki kısa dönemde Cezayir soykırımını kabul etti. Türkiye ne yapacak? Kendisi de Ermeni soykırımını kabul etmek durumunda kalacağı korkusuyla, Fransa'yı vazgeçirmeye mi çalışacak?
Gelelim Fransa'nın Türkiye'deki yatırımlarına verilecek zarara. Öyle bir tablo sunuluyor ki, sanki iki ülke arasındaki ilişkiler biterse bundan sadece Fransa zarar görecek. Söz konusu yatırımın buradaki yerli ortaklarını ve sağlanan katma değerle istihdamı bir yana koyalım, eğer gerçekten de durum buysa, bunun anlamı Fransa'nın Türkiye'yi alenen sömürüyor olmasıdır ve bu da Türkiye'nin gizli bir sömürge olduğunun itirafıdır. Aksine eğer Türkiye giderek güçlenen, krizden daha da güçlü çıkması muhtemel olan ülke ise, ilişkinin bitmesinin asıl bize zarar vereceğini görmekte yarar var. Çünkü Fransa yakın zamanda Türkiye'nin dinamik iş dünyası için büyük bir fırsat yelpazesine dönüşecek demektir.
Bunların aceleye gelmiş, üzerinde fazla düşünülmeden ifade edilmiş refleksler olduğunu düşünebiliriz. Ancak oylamanın geçeceğinin belli olduğu andan itibaren resmi ağızlardan söylenenler de maalesef Avrupa'da sadece istihza yaratabilecek kıvamdaydı. Anlaşılan Türk Hariciyesi ülkesini ne pahasına olursa olsun savunmaya o denli yoğunlaşmış ki, Avrupalıların algı biçimini ve dolayısıyla diplomasinin en basit zeminini bile iyice kaybetmiş. Çünkü Başbakan'ın dünyanın karşısına epeyce 'garip' bir söylemle çıkmasının başka bir açıklamasını yapmak kolay değil.
Söz konusu söylemin bir bölümü 'Fransa halkının gerçekleri öğrenebilmesi' için yapacaklarımıza ayrılmıştı. Herhalde Fransa'daki entelektüel ve akademik hayatın bu tür eşikleri çoktan geçtiğini ve üretilen bilginin kamuoyuna çoktan malolduğunun farkında değiliz. Ortalama bir Fransız'ın bile bizdeki birçok bilim adamından çok daha serinkanlı bir tarih bilgisi olduğunu ve 'tarih'e nasıl bakılacağını bildiğini eklemekle yetinelim. Dolayısıyla başkalarına 'gerçekleri öğretme' arzusunun maddi bir temeli olmadığı gibi, bunun bir psikolojik söylem olduğu da apaçık. İkinci olarak, bir yandan 'olayı tarihçilere bırakalım' derken, diğer yandan da 'bizim tarihimizde böyle bir soykırım yok' denmesinin abes bir tarafının olduğunun görülmesi lazım. Çünkü bu laf 'tarih komisyonu' önerisinin de ciddiye alınmaması gerektiğini ima ediyor. Üçüncüsü, resmi ağızlardan sıklıkla 'bütün arşivlerimizi açtık' türünden tespitler duyuyoruz. Oysa bu konuda 'asıl' malzemeyi koruma altına almış olan Genelkurmay arşivi açık değil. Ama daha önemlisi birilerinin siyasetçilerimize, İttihatçıların kritik önemdeki bütün arşivlerinin yakılmış ve imha edilmiş olduğunu söylemesinde yarar yok mu? Deliller ortadan kaldırıldıktan sonra geriye kalan arşivleri açmanın övünülecek bir tarafı var mı? Nihayet bir de Kanuni'nin meşhur mektubu var... Kibrin bir devlet dili olduğu zamanlara ait bir metnin bugün kullanılmasının gerçekten de verdiği bir mesaja sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ama maalesef bu bizlerin henüz yeterince olgun olmadığımıza ilişkin bir mesaj...
Geçenlerde Murat Belge bizlerin bu tür tepkilerinin nasıl 'okunacağını' şöyle ifade etmişti: "Psikotik araz sergileyen olgunlaşmamış delikanlı davranışlar..." Ağır bir ifade, ama eğer kendimizi aldatmaya devam etmeyeceksek, gerçeği büyük ölçüde tanımladığını idrak etmekte yarar var.
Artık Türkiye'nin 'kendi dışına çıkarak' tarihine bakma zamanı geldi. Kendi geçmişine mesafe alarak, serinkanlı bir biçimde 'gerçekten de ne oldu ve niye oldu' sorusunu sormanın zamanı... Bu yola çıkarken de, kendimize basit bir soru sorabiliriz: Acaba bu Ermeni soykırımı denen olay dünyanın başka bir yerinde yaşansaydı, bizler bugün o olayı hangi adla anıyor olacaktık?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.