Yazar, hatip ve akademisyen Mustafa Öztürk’ün 08.10.2016 tarihli “Said Nursî’den Gülen’e Amerika/ Hıristiyanlık/ Diyalog Aşkı” başlıklı yazısı, birçok kişi gibi benim de dikkatimi çekti. Yazıyı dikkatle okudum, anlamaya çalıştım. Yazar, birçok yazı ve nutuklarında olduğu gibi, bu yazıda da Gülen’in “Amerikan sevdası”nı ve “Dinlerarası Diyalog aşkı”nı tekrarlamaktadır. Ancak bir farkla ki, bu yazısında, Gülen’in bu “umarsız” aşkı için, “Bir boyutu Said Nursî ve talebelerine ait şu pasajlardadır” diyerek, Nursî’yi Gülenizm’in kaynaklarından bir kaynak olarak göstermektedir. Dolaysıyla yazı, “normal” bir eleştiriden çok, “yönlendirme”de bulunup “hedef” gösterttiği için, bu mevzuda bize de söz hakkı düşmüş oluyor.
Evvela; Öztürk’ün, “şu pasajlar” diyerek Said-i Nursî ve talebelerinden aktardığı paragrafları FETO hareketine dayanak gösterirsek, evvela, başta “Kur’an” olmak üzere, “ehl-i kitab”ın olumlu yanlarından bahseden birçok “Sahih Hadis”i masaya yatırmamız lazımdır. Yetmez, Peygamberimizin “Medine Sözleşmesi” başta olmak üzere, İslâm Hukuku’ndaki “Zimmiler” faslını da rafa kaldırmamız gerekir. Bu ise, nasları “sorgulama” ve onlarla “çatışma” anlamına gelir. Mesela Âl-i İmrân suresinin 113, 114, 115 ve 199’uncu ayetleri, Öztürk’ün felsefesine göre, miadını doldurmuş tarihî mevkuteler gibidir. Zira Nursî’nin ehl-i kitaba dair sözleri, bu ayetlere ters değildir. Keza, Kur’an’ın ehl-i kitap Rumları müşrik Sasanilere tercih etmesini de1, Öztürk’ün felsefesine göre reddetmek gerekir.
Evet, FETO’culuk Müslümanların “gayyasına” dönüşmüş gibidir; kalp ve kafaların bu denli iflas ve ifsada yüz tuttuğu bir başka dönem yaşanmamıştır.
Öztürk Bey, Nursî ve talebelerinden yaptığı bir kaç aktarımla, FETO-Nursî ilişkisi kurmaya çalışmıştır; FETO’nun Amerikancılığı ile Dinlerarası Diyalog aşkını, Nursî’ye de bulaştırarak, bir çeşit “Üstadına bakın, şakirdini tanıyınız!” demeye getirmiştir.
Tavsiyem, kendisine ait 29 Aralık 2013 tarihli Star Gazetesi’ndeki “Cemaat Cemaat midir? Yoksa Başka Bir Şey midir?” yazısını bir daha okusun; okusun ki, fabrika ayarlarına dönsün! Kendisi o yazısında açıkça, FETO’nun Nurculuktan bağımsız hareket ettiğini söylemektedir. Yetmez, Gülen’in, sadece Said-i Nursî’den değil, Necip Fazıl, Nurettin Topçu gibi milliyetçi-muhafazakâr yazarlardan da yararlandığını; bunların görüşlerinden kendine özgü bir sentez oluşturduğunu söylemektedir.
Sayın akademisyen, Nursî’nin “Bir derece mahremdir” ifadesiyle talebelerine yazdığı bir mektubuyla II. Dünya şartlarında kaleme aldığı bir başka mektubunu bahane ederek, FETO-Nursî denklemini kurmaktadır. Önceki söylemlerini unutmuşçasına, Nursî’yi yeni baştan tanımlamaktadır. Feylesoflardaki “tutarsızlık” bu olsa gerektir.
Bir sefer, Nursî’nin tebliğ ve irşad eksenli ifadeleriyle FETO’nun teslimiyetçi ve popülistçe söylemleri taban tabana zıttır. İslâm, birinin dilinde “özne” iken, diğerininkinde “nesne”leşmiştir. Biri, “Şimal cereyanı”na(komünizme) karşı, İsevîlerin dindar ve ruhanî kesimiyle dostluk, barış ve dayanışmayı önerirken, ötekisi Emperyalizmle, onun öncü kuvveleriyle sarmaş-dolaş olmakta, gizli-kapaklı hesaplar kurmaktadır. Nursî’nin eylem ve söylemleri İslâmî referanslara istinat ederken, FETO’nunki oportünizm ve işbirlikçilik temelinde gelişmiştir.
Evet, yazarın malum yazısındaki, “Gülen hareketi gerek karakteristik özellikleri gerek refleksleri itibariyle bilindik cemaat yapılanmalarına hiç benzememekte, dolayısıyla bu topraklarda neşv ü nema bulan cemaatlerden çok, ister istemez, Hasan Sabbah ve Nizarî İsmailîlik, Opus Dei ve Tapınak Şövalyeleri gibi derin yapıları akla getirmektedir.”2 ifadeleri, Gülenizm’e olan yaklaşımını ortaya koyarken, aynı anda böylesi bir hareketi Nursî ve Talebeleriyle ilişkilendirmesi, akademiya adına tam bir fecaatidir; iflah olmaz bir “düşmanlık” izharıdır. Her düşmanlığın, karşı düşmanlığı beslediğini de unutmuşçasına… Tavsiyemiz, ifrat ve tefritlerle savrulmak yerine, istikamet çizgisinde seyretmesidir. Şu hâliyle, şapla şekeri karıştırmaktadır.
Sayın Mustafa Öztürk, Mustafa İslamoğlu’ndan ilham almış gibidir; Hilal TV’yle olan temasları, onu olgunlaştırmışa(!) benziyor. Üstadından geri tarafı kalmamış gibidir. ÇayTV programları da gözardı edilmelidir. Dinin hakikatini anlatmak yerine, başkalarına nisbet ettikleri hatalardan nemalanıyorlar.
Evvela, “Başkasını tenkis ile faziletini izhar” etmek fazilet değil faziletsizliktir. Kazıdıkları mevzilerden sair Müslümanları yaylım ateşine tabi tutanlar, abesiyetle iştigal ettiklerini fark etmelidirler. Saldırgan metotlarla sağlıklı iş yapılmaz. Fıtrata müdahale edilmemelidir. Fıtrata müdahale, kaş yapayım derken göz çıkarmadır. Cemaat ve tarikatları, şeyh ve üstadları değiştirme ve dönüştürme, dayatmaları; hele de “kendilerine benzetme” çabaları hep fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Dayatmacı din anlayışları, husumet ve dâhilî kavgalara hizmet eder; dinsizliğe hız verir. Kur’an’ın, “Çekişmeyiniz, boğuşmayınız! Yoksa gücünüzü kaybeder, hezimete uğrarsınız!”(Enfal, 46) uyarısına rağmen, sataşmayı marifet sayanlar, “Kur’ancılık” adına O’nun hükümlerini beş para ediyorlar.3
Uyarıyorum; Müslümanın Müslümanla uğraşması, küfre hizmettir. Küfre hizmetin akıbeti ise, dünyada zillet ve meskenet, ahirette hüsran ve ebedi azaptır. İyisi, “meşveret” ve “müdavele-i efkâr”la birbirlerini tanımaktır; saygılı olmaktır. Dayatma ve tekleştirme yerine, “vahdet”i esas almaktır. Değiştirmeye kalkışmak, bozmayı intaç etmemeli; imar ve inşaya hizmet etmelidir. Tevhidi, tebliği, tasavvufu, irşadı, mürşidi, fıkhı, cemaati, hizmeti, ibadeti, kısacası tüm pratiklerimizi Peygamber’cesine yapalım; ders ve telkinlerimiz, fiilî ve kavl-i leyyinle olsun. Kırıp dökmek, yakıp yıkmak acizlerin kârıdır. Hiddet, öfke, haset, gıybet, kıskançlık, tenkit, sataşma vb. vasıflar, Müslümanların iştigal sahasına sokulmamalıdır.
Yeri gelmişken şunu da söylemeliyim; Sayın Öztürk, kıyıda-köşede Google aramaları yapacağına, varsın bir de Nursî’nin “Uhuvvet Risalesi” ile “Yirminci Lem’a(İhlas)”sını okusun. İnanıyorum ki o zaman, Nursî’yi FETO’nun müzahrefatıyla telvis etmez; ona her gün duacı olacaktır. Hadi gayret!
Yazımı bağlarken, Öztürk Bey’e son çağrım; dünyanın gerçekleriyle çatışmaması, realitelere sırt çevirmemesidir. Küreselleşen dünyada, devletlerin, teşkilatların, şirketlerin, gurupların bunca içiçeliği ortadadır. Ayrıştırıcı, redçi, sekterci ve ötekileştirici dil ve refleksler çözüm değildir. Stratejik ilişki ve ortaklıklar ayrıdır, emperyalizmin güdümüne girmek ayrıdır. Ülkemiz için de, dinî teşkilatlar için de bu böyledir… Bırakın Hristiyanları, Yahudilerle, Budistlerle, Şamanistlerle dahi ilişkiler kuruluyor; siyasî, askerî ve iktisadî anlaşmalara gidiliyor. Rum, Ermeni, Süryani, Yahudi din adamlarıyla “Diyanet” düzeyinde iyi niyet ziyaretleri yapılıyor. Bunlar inkâr edilir mi? İyisi mi, hepimiz toptan “silm”e sarılalım; zira Müslümanız.4
Hâsılı: FETO travmasının şoku, bizi istikametten ayırmamalıdır; göreceksek, gözümüzdeki merteği görelim, başkasının gözündeki kılı değil. Coğrafyamızda, “Selefilik” adına icra edilen vahşetler göz önünde iken, ülkemizde bunun “fikrî” altyapısını oluşturmayalım. Çünkü her fikrin bir aksiyon yanı da var.
“Ölülerinizi hayırla anın!”5 temennisiyle…
1 Rum Suresi, 1
2 Star Gazetesi, 29 Aralık 2013
3 Bakara Suresi, 41
4 Bakara Suresi, 208
5 Ebdu Davud, Hadis No: 4900; Tirmizi, Hadis No: 1019
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.