• BIST 9367.77
  • Altın 2952.122
  • Dolar 34.4839
  • Euro 36.1941
  • İstanbul 6 °C
  • Diyarbakır 11 °C
  • Ankara 14 °C
  • İzmir 19 °C
  • Berlin 1 °C

Yavuz ve Aleviler

Hilal Kaplan

İstanbul'un üçüncü bir köprüye ihtiyacı vardı ve açılışı yapıldı. Hayırlı olsun.

Karşı çıkanların bile argümanlarına baktığınızda iki yaka arasındaki nüfus eşitsizliğinden ya da halkın toplu taşımaya yeterince yüklenmediğinden bahsedildiğini görüyorsunuz. Hükümet veya Büyükşehir Belediyesi, nüfus eşitsizliğini dengelemek için bir zorunlu iskan politikasına ve/veya araç başı insan sayısını alt sınıra bağlamak gibi otoriter uygulamalara yönelemeyeceğine göre, üçüncü köprünün bir ihtiyaç olduğunu sanırım kabullenmek zorundayız.

Köprü için, bugün yaşadığımız pek çok meseleyle yoğun sembolik bağları olan bir dönemin padişahının, Yavuz Sultan Selim'in ismi tercih edilmiş.

Örneğin Safevî kontrolündeki Diyarbekir, Mardin, Siirt, Bitlis gibi illerimiz, onun devrinde, İdrisi Bitlisî'nin arabuluculuğu sayesinde, hiç harp olmadan Osmanlı'ya katılmıştı. Nasıl ki Alparslan, Anadolu'ya Kürtlerle ittifak ederek yürüdüyse, Yavuz'un da Ortadoğu coğrafyasına Kürtlerle ittifak ederek yürüdüğü söylenir. Yani isim tercihini, çözüm sürecine bir gönderme olarak okumak mümkün.

Ayrıca bugün büyük trajedilerin yaşandığı Halep, Hama, Humus, Şam ve hatta Lübnan, Yavuz devrinde harp olmadan Osmanlı'ya katılmıştı. Memlüklülerin temsil ettiği hilafet, Yavuz döneminde Kahire'nin fethiyle Osmanlı'ya geçmiş, Abbasi halifeliğinin sonu getirilmişti. Yani aynı zamanda, hem Suriye ile hem de Arap Uyanışı'ndan etkilenen diğer coğrafyalarla yakından ilgisi olan bir dönüm noktasını da simgeler Yavuz...

En önemlisi ise şüphesiz, Safevi Devleti'nin başı Şah İsmail'in yenilgiye uğratıldığı 'İran seferi'dir. Çaldıran'da karşı karşıya gelen iki ordu Türk ve Müslüman ağırlıklı olsa da, Sünni-Şii farklılığının siyasal alana yansıdığı en önemli tarihî hadiselerden birisi bu harptir. Harbe giden yıllar içinde, önce âdeta bir soğuk savaş dönemi yaşanmış, iki devlet adamı da birbirine karşı bilenmişti. Bu dönemde, Yavuz'un isyan çıkartmış veya çıkartma ihtimali olan, Şah taraftarı 40.000 Kızılbaş'ı araştırtıp idam ettiği iddia edilir.

Ancak bu tezi, belgelerle çürüten tarihçi çoktur. Örneğin Alevi olduğu bilinen Mustafa Akdağ şöyle der:

'Yavuz Selim'in o zaman, Kızılbaş mezhepli 40 bin kişi öldürttüğü hakkında tarihlere geçmiş bir rivayet vardır… Ancak, biz bunu pek şişirilmiş bir sayı bulmaktayız. Çünkü, bu padişah devrine ait pek çok mahkeme defterleri hâlâ elimizdedir. Bunlar üzerinde yaptığımız araştırmalarda, bu çapta kitle idamlarına rastlayamadık. Eğer öyle kanlı bir olay geçseydi, bu defterlerde yer alması zorunlu idi.' (Türkiye'nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, 2, Tekin Yay., 1979, s. 154)

Ya da Bacque-Grammont şöyle der:

'Göründüğü kadarıyla, bu 'büyücü avı', özellikle olaylara bulaşan tımar sahiplerini yerlerinden atmak ve bilinen elebaşıları öldürmekten ibaret kaldı. 1513 ya da 1514'te olan 40.000 sapkının kırılması efsanesinin destekleyen hiçbir kanıt yok elimizde; sayılar karşısında doğulu baş dönmesiyle alabildiğine damgalı görünüyor bu.' (Bkz. Ed.: Robert Mantran, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, I, Cem Yay. 1995, s. 173)

Lâkin cemevlerinden zorunlu din dersine kadar hiçbir talebi karşılanmamış olan, kamuda iş bulmakta ve özellikle yükselmekte gittikçe daha da zorlanan, son iki yıl içerisinde Adıyaman, Aydın, Erzincan, İzmir ve İstanbul'daki bazı evleri faili meçhul kişilerce işaretlenen Alevi kesimden vatandaşların kolektif hafızasında acıyla özdeşleştirilen bir padişahın isminin seçilmesi şart mıdır? Suriye meselesi üzerinden toplumda Alevi-Sünni farklılığının bir gerilime doğru yönlendirilmesi çabaları açıkça ortadayken, bu isim tercihinin zamanlaması isabetli olmuş mudur? İran ile Türkiye arasındaki soğuk rüzgârlar her gün biraz daha sert eserken, bu tercihle doğru bir mesaj mı verilmiştir?

Yavuz'un Alevilerin önemli bir kısmının zihninde olduğu gibi zalim değil, hakkaniyetli bir padişah olduğunu düşünebilirsiniz. 'Neden Sabiha Gökçen Havaalanı'na verilenden daha çok, Yavuz Sultan Selim Köprüsü'ne tepki veriliyor?' diye sorabilirsiniz. Üstelik bence haklı da olabilirsiniz. Ama meselenin haklı-haksız ikileminin oldukça ötesinde olduğunu da görebilmeliyiz. Çünkü bu soruların ardında yüzlerce yılın sembolik yükünün ve son yüzyılın siyasî-sosyolojik ağırlığının şekillendirdiği bir algı yatıyor. Netice, bizi bir kısırdöngüye mahkûm kılmaktan öte gitmeyecektir.

'Peki, sen ne öneriyorsun?' diye soranları duyar gibiyim. Temeli İstanbul'un fethinin 560. yıldönümünde atılan köprüye, o kutlu şehri fetheden ordulara ismini veren, Anadolu'nun gönül erlerinden Hacı Bektaşi Veli'nin ismi verilse mesela, güzel olmaz mıydı? Hem Alevi- Sünni kardeşliğini simgeleyen bir isim olurdu hem de her yere yönetici-lider-siyasetçi ismi verme alışkanlığımızı da biraz olsun kırmış olurdu.

Hülasa, üçüncü köprüye benim de hayırla andığım bir padişah olan Yavuz Sultan Selim'in ismini vermek, Yavuz'a bir şey katmamıştır ama toplumsal barışımızdan bir tuğla eksiltmiştir diye düşünüyorum.

  • Yorumlar 3
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89