• BIST 9549.89
  • Altın 3002.717
  • Dolar 34.5123
  • Euro 36.1711
  • İstanbul 4 °C
  • Diyarbakır 4 °C
  • Ankara -2 °C
  • İzmir 5 °C
  • Berlin 12 °C

Yavuz Sultan Selim

Murat Belge

Salı günkü yazıda “Yavuz Sultan Selim” köprüsünden söz edip konuyu biraz daha açacağımı söylemiştim. O zamandan beri yer yerinden oynadı ve Taksim Gezi Parkı eylemleri bütün gündemleri altüst etti. Gene de, önce söylediğimi yapıp Yavuz Sultan Selim faslını kapatayım. Taksim’i daha çok konuşacağız.

Yavuz, Mısır’ı imparatorluğa katan padişah olarak önemli bir iş yapmıştır, çünkü Mısır büyük ve sürekli bir gelir demektir. Dolayısıyla Mısır’ın fethi Osmanlı devleti için faydalı oldu.

Ancak Türkiye’de yaşayan Aleviler Yavuz Selim’in anısından hazzetmezler. İran’a sefere giderken otuz kırk bin Alevi’yi öldürttüğüne göre, başka türlü duygular beslemeleri herhalde beklenemezdi. Bunu bile bile köprüye onun adını vermenin çok yanlış bir şey olduğunu yazmıştım. Bunu tekrarlamama gerek yok.

Yavuz’un padişah olduğu (babasıyla ve kardeşleriyle zorlu ve kanlı bir mücadeleden sonra) dönemde, 16. yüzyılın ilk onyılında, Şah İsmail Özbek Hanı Şeybanî’yi öldürerek İran’da şahlığını ilân etmiş, Safevi hanedanının kurucusu olmuştu. İsmail’in babası Haydar Akkoyunlu Yakub’la çarpışırken ölmüş, oğlu da uzun zaman Şiiler arasında saklanıp yetişmişti. İran’da egemen olduğu yerlerde Şii inancını resmî din haline getirdi. Uzun süredir iki yakasını biraraya getiremeyen İran’da istikrarı kurdu.

Güçlenen İran’ın gözünü batısına dikmesi, coğrafî konumunun doğal sonucuydu. Batıya bakınca göreceği de Osmanlı İmparatorluğu’ydu. Müslüman bir İmparatorluk! Resmen Sünni olsa da, topraklarında çok sayıda Alevi yaşıyor. Genel olarak, militan Sünni dedirtecek bir yapısı da yok. İsmail, bu koşullarda psikolojik ve ideolojik bir hamle ile başlamayı tercih etmişti. Yavuz da, özellikle Trabzon’da Sancak Beyi- Şehzade olarak bulunduğu sıralarda İsmail’in propaganda girişimlerini gözlemlemiş, hattâ yeterince enerjik bir tepki göstermediği için babasına (II. Bayezid) da içerlemişti. 1511’de Teke’de Şahkulu isyanı başladı (ve bastırıldı): ertesi yıl da Selim padişah olmayı başardı.

Böylece, bu iki komşu, iki Müslüman devlet, Şii- Sünni mezhep ayrılığı üzerinden kendilerini yeniden- kurdular. Osmanlı toplumu böylece, Selim zamanında daha koyu bir Sünnilik uygulamasına geçti. Bu, kuruluş yıllarının, erken genişleme yıllarının özelliği değildi. O dönemlerde, tersine, din bakımından devlet de, toplum da, çok daha esnekti. Yeniçeriler’in Bektaşi olması, çok iyi bilinen bir olgudur. Bu esneklik aslında Hıristiyan halklar arasında kurulmuş imparatorluğun daha kolay yayılmasına da katkıda bulunuyordu.

Anadolu’da öncelikle Alevilere Şii propagandası yapan Şah İsmail’e karşı (“Hatayi” mahlasıyla yazan bir Türk şairidir aynı zamanda) Yavuz Selim de sert bir Sünnilik’le karşı koyma kararını verdi.

Burada sorun Sünni/Şii ayrımında hangisinin daha esnek, daha “özgürleştirici” olduğu konusu değildir. Sonuçta her ikisi de, “devletin resmî ideolojisi” olarak ele alıp uygulandığı için, ikisi de aynı derecede baskıcı olacaktır. Baskıcı olmanın yanısıra, “resmî” bir ideolojinin varlığı, monolitik (yekpare) bir ideolojik- entelektüel dünyanın kurulması demektir. Osmanlı’nın erken dönemlerinin çok önemli özelliği olan “ideolojik heterodoksi” böylece, hızla, bir ortodoksiye dönüştü. I. Selim’in bu koşullarda bu ortodoksinin temellerini atması bu toplumun geleceği bakımından pek de yararlı olmadı.

Bu gibi sorunlar, şüphesiz, çok farklı yorumlara açıktır. Değişik perspektiflerden bakanların değerlendirmeleri de çok değişik olacaktır. Benim gözümde bir kişiyi olumsuz hale getiren özellikler bir başkası için onun en önemli meziyetleri olabilir. Bunları kesin bir sonucu bağlamak da mümkün olamaz.

Dolayısıyla, bu “adlandırma” politikalarından vazgeçmek, en doğru yöntemdir. “Adlandırma”yı, “Ben seni böyle yaşatacağım” der gibi, bir baskı politikası getirmemek gerekir.

Yavuz Selim’i çok beğenebilirsiniz. Ama Alevi öldürmenin yanısıra, kardeşleri Ahmed’le Korkut’u öldüren, babasını büyük bir ihtimalle zehirlemiş, daha beş şehzadeyi, kardeşlerinin çocuklarını öldürmüş bir padişahtan söz ediyoruz. “O zamanlar öyleydi,” denebilir, bunun tartışması da yapılır. Ama bu zamanlar da böyle. Köprünün, caddenin, meydanın bu adlarla anılmasını gerektiren herhangi bir şey yok. 

  • Yorumlar 3
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89