Çoğulcu, sivil ve özgürlükçü bir anayasayı hep birlikte yapmaya çalıştığımız bir dönemde, amacım geçtiğimiz haftasonu katıldığım etkinlikteki izlenimlerimi paylaşmaktı.
Kanın oluk oluk aktığı bugünlerde hakikat komisyonlarından bahsetmek lüks gibi dursa da değil. Gerçeğe nasıl tanıklık edebiliriz, daha doğrusu hangi hakikatleri kayda nasıl geçirebiliriz diye dertlenmenin tam zamanı. Yarının tarih tanıklıkları ve sözlü çalışmalar için bugünleri bütün karmaşıklığıyla kayda geçirmemiz gerek. O yüzden toplantının ayrıntılarını anlatmayı daha elverişli bir zamana bırakıyorum. Küçük notlar halinde kaydetmeye çalışacağım bugünün tanıklıklarından bazılarını. Yer darlığı nedeniyle sadece bazılarını.
Türkiye'nin dış politikasından rahatsız olanların 'içeri'yi karıştırma derdinde olduğunu not edelim hakikat komisyonları için öncelikle. Mesela bazı Batılı haber ajanslarının 'Kürt isyancı hareketi'nin direnişinden bahsederken, öldürülenlerin çoğunun Kürt olduğunu söylememesini... Ve bu isyancı hareketi desteklemeyen Kürtlerin varlığını ise pek telaffuz etmemesini... Hükümetin barış konusunda samimi olmadığını söyleyerek barışı sadece kendilerinin getireceğini söyleyenlerin yaptığı ucuz siyasetin nasıl masum kanıyla beslendiğini... PKK-MİT görüşmelerinin dahi toplumda kabul bulduğu, çok geniş kitlelerin ilk kez olarak gerçeği biraz olsun idrak ettiği ve Kürtlerin mağduriyetini fark ettiği bir dönemde PKK saldırılarının nasıl başladığını...
KCK tutuklamaları karşılığında eline silah almanın meşru olduğunu savunanların, KCK'lıların azmettiriciliğinden, medyada hemen her gün yer alan ve suç delili oluşturan toplum mühendisliklerinden hiç dem vurmamasını... Silahsız olmalarının masumiyet için yeterli olduğunu söylemelerini... PKK, Çukurca eylemini "KCK tutuklamalarına karşı yapılmış devrimci bir operasyon" diyerek direniş ideolojisi oluşturmaya çalışırken, sokaktaki insanın PKK ile KCK'nın farklı şeyler olduğuna ikna olmadığını... Devrimci savaş yürütenlerin devletle barış masasına oturmasının mümkünlüğüne geniş kitlelerin inanmakta zorlandığını...
Anayasa uzlaşma komisyonunun toplanacağı gün gelen büyük saldırıyla memleketin meclislerinde anayasa taslakları değil, sokaklarında öfkeli Türklerin toplandığını ve bu çatışmayı sokağa taşımak isteyenlerin memnuniyetini... "Barışı muhafazakârlar, liberaller değil ancak biz sosyalistler Kürt hareketiyle birlikte getiririz" diyerek barışı tekeline alan ve bu dönemde şiddetin kabul görmesine çanak tutan entelijansiyanın sözlerini... Hep kayda geçirebiliriz.
Davetli kılığına girerek düğün basanlara, öğrenci yurdu yakanlara, asker kılığında yaklaşıp askerlere saldıranlara, sokak ortasında sivilleri infaz edenlere, savunmasız halde futbol oynayanlara ateş edenlere, uzaktan kumandayla mayın patlatanlara ister gerilla deyin, ister terörist, ister başka şey. Terör değil de savaşsa bu yaşanılanlar, 'kendi kılıklarında' bir savaşçı gibi savaşmadıklarını, pusu yöntemleriyle direnişin hakkaniyetli dilini konuşamayacaklarını da kayda geçirmemiz gerek. Kürt Baharı, demokratik özerklik, sivil itaatsizlik gibi söylemlerin toplumsal barışa dair neler getirdiğinin hakkıyla dökümü yapılabilir mi bilmiyorum ama 'konjonktürel gerçekler'e de eğilmemiz gerek. PKK saldırıları 90'lı yılların sansürcü ve karanlık devleti karşısında bir direniş olarak algılanırdı. İşkencelerden, infazlardan, faili meçhullerden, anadilden, kayıplardan dem vurulurdu. Şimdi ise Suriyeli PKK'lılarla Esad rejiminin ilişkisinden, ülkenin batısında bomba sevk eden Suriyeliler'den, İran bağlantılarından, Kürt Şii ittifakından filan bahsediliyor her saldırı sonrasında. Bunların doğru olup olmaması değil, gerçekmiş gibi algılanarak tartışılması, bizlerin de bunu kanıksamamız yeterince ipucu verecektir komisyonlara bugünkü toplumsal algılar adına.
Elbette en başta devletin olduğu gibi, ordunun da yüzleşmesi gereken çok şey var. On yıllarca terörist sandıkları masum çocukları öldürenler, kaza kurşunlarıyla canlarını alanlar, panzerle ezenler hiç ceza almadı. Bunları kayda geçirmemiz gerektiği gibi, istihbarat zafiyeti içindeki askeri yetkililerin dağda silah taşıyan PKK'lıları ise "köylü kadınlar" zannettik diyerek göz ardı etmesini de mesela not etmeliyiz. Mehmetçik denilerek bir paye verilen ama başörtülü annelerinin GATA'ya dahi sokulmadığı bir orduda kimlerin şehit düşüp düşmediği tartışılırken, bunun, hiçbir hakikat komisyonunun yüzleşemeyeceği bir gerçek olduğunu da eklemek gerekir. Kimin ölüm anında neye şahitlik ettiğini hiçbirimiz bilemeyiz. Ne devlet, ne ordu, ne medya, ne de savcılarla hakimler. İnsanın kalbiyle Rabb'i arasındaki sır, hakikat komisyonlarının kayıtlarında netleşemez hiçbir zaman.
"Ağrı bir gün arayla iki kez sarsıldı" diye okuduğumuz haberlerin dilini de kayda geçirmemiz gerek yarınlar için. Sarsılan Ağrı değil, insanlık. Biz. Hepimiz. Kimliksiz olarak. Dökülen kanların artık kimliği yok çünkü. Hakikat için kurulacak komisyonlarda kan da şahitlik ediyor, edecek.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.