Sermayeyi kediye yüklemiş Türkiye sol hareketinin dış politikası ABD, iç politikası ise AK Parti karşıtlığı üzerine oturmuştur.
Birinci ve İkinci Körfez Savaşları sırasında Saddam’dan yana tavır almalarının nedeni budur. Bir bölümünün bugün bile Güney Kürdistan ve Barzani düşmanlığının nedeni budur.
Yenilgi ve çaresizlik dünyalarında Kobani onlar için karanlıkta bir çoban ateşi, bir umut oldu. Ama Kobani tam da IŞİD zebanileri tarafından boğulmak üzereyken ABD ve Peşmerge’nin yetişip IŞİD’i püskürtmesi karşısında da bir bölümü sessiz kaldı, bir bölümü ise, “devrim kalmadı!” diye dizlerini dövdü…
Bu toptancı, kolaycı, ama kaba bir anlayıştır. Marksizm böylesine toptancı anlayışları reddeder, her bir olayın kendi özgül koşulları içinde değerlendirilmesini önerir. Lenin’in “Sol Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı” dediği tam da bu toptancı, kolaycı anlayıştır. Kendilerine bir düşman belleyip tüm şeytani günahları ona yükleyenler, belli bir yol ezberleyip hamut takmış gibi yürüyenler, olayları çok yönlü değerlendiremez, onların içyüzüne nüfuz edemezler. Bu tür ezberler düşünceyi boğar.
Bazı kesimlerin 7 Haziran seçimlerine yönelik politikaları da böyledir; AK Parti ve Erdoğan düşmanlığı üzerine yürüyor. AK Parti hükümet kuramasın, Erdoğan başkanlık sistemini getiremesin de ne olursa olsun!
Bazıları AK Parti’den çok rahatsız olabilir, onun iktidardan gitmesini isteyebilirler; bu haklarıdır. Ama AK Parti gitsin de kim gelirse gelsin anlayışı, “Esad gitsin de kim gelirse gelsin” anlayışı gibidir. Erdoğan da Suriye sorununa aynen böyle bakıyor…
Bu anlayışla Suriye muhalefetine sağlanan desteğin El Nusra ve IŞİD gibi zebani örgütlerini güçlendirdiği görüldü.
Doğru politika “Esad diktatörlüğü gitsin, ama yerine demokratik ve federal bir Suriye oluşsun” anlayışıdır. Çünkü Suriye, Kürdistan’ın bir parçası, yani Kürtler dahil, dil-kültür ve inanç bakımından farklı etnik grupları kapsayan bir ülkedir. Suriye federal bir sistem olmadan demokratik olamaz, özgürleşemez. Biz başından beri bunu savunuyoruz.
Besbelli bazılarının demokratik Suriye diye bir derdi yok; federal olmasını, Kürtlerin orada bir statü elde etmesini hiç istemezler. Erdoğan da bunu birçok kez dile getirdi.
Peki, 7 Haziran seçimlerine ilişkin politikalarını ironik bir şekilde benzer bir anlayış üzerine kuran, “AKP gitsin de ne olursa olsun” diyen kesimlerin demokrasi diye bir dertleri var mı?
Görünen o ki yok. CHP, MHP, HDP; kim gelirse gelsin, diyorlar…
Bir bölümü bu anlayışla HDP’nin barajı geçmesi için yanıp tutuşuyorlar. O sanki AK Parti’ye karşı bir panzehir.
Baraj elbette büyük bir demokrasi ayıbı, 12 Eylül rejiminin demokrasinin önüne diktiği duvarlardan biri. Onun çoktan kaldırılması gerekirdi.
Ama kitleler ve demokrasi isteyenler için sorun şu ya da bu partinin çok milletvekili çıkarması veya çıkarmaması değildir. Kitleler için önemli olan sorunlarını çözecek olanların, ülkeye özgürlük ve demokrasi getirecek olanların öne çıkması, parlamentoya girmesidir. Kendilerini demokrat ve solcu sanan baylar için de öyle olmalı.
Peki, kendilerini kitlelerin çok üstünde gören, öngörülü ve bilgili sanan bu garip demokratlar ve solcuların seçimlere ilişkin tutumu böyle midir? Hiç de değil.
İş ve ekmek gibi, özgürlük ve demokrasinin elde edilmesi de bir mücadele ve program sorunudur. Onları elde etmek için öncelikle istemek ve bunun için mücadele etmek gerekir.
AK Parti gitsin, bize dert değil. Biz bazıları gibi daha ilk günden AK Parti’den büyük beklentiler içinde olmadık. AK Parti, bazı olumlu adımlar attığı zaman hiçbir komplekse kapılmadan destekledik. Örneğin TRT-Şeş’i açtığı, şu ırkçı “Andımız”ı kaldırdığı, “açılım” ve benzeri çıkışlarla –Kürt sorunu başta olmak üzere-tartışma alanını genişlettiği, darbecilere karşı dik durduğu zaman. Yine başörtüsü yasağının kalkması için de destek verdik. Ama yaptıklarını abartmadık, bazı liberal aydınlar gibi “devrim” diye nitelemedik. (Bu aydınlar şimdi de ona “faşist” diyorlar). Bazı Kürtler gibi ona umut bağlamadık, “Erdoğan’a güveniyorum, Kürt sorununu o çözecek,” demedik; Hatta bu tür açıklamaları gerçekçi bulmadığımızı belirttik. (Bunu diyen Kürtlerin de yanılması çok sürmedi ve onlar şimdi HDP’de adaylar…)
Başkanlık sistemine karşı olduğumu, bunun Türkiye gibi demokratik geleneklerin zayıf olduğu ülkelerde diktatörlüğe yol açacağını, katıldığım televizyon programlarında söyledim ve yazdım. (Bakınız: Dengê Kurdistan sitesindeki 15 Şubat 2015 tarihli, “Başkanlık Sistemi Çok mu Gerekli?” başlıklı yazım.)
Gelinen durumda da AK Parti’nin tümüyle tutuculaştığı, kendisinden önceki düzen partilerine benzediği ve artık değişim yönünde sınırlı da olsa bir rol oynayamayacağı kanısındayım. Bu nedenle gitmeli. Ülkenin bir değişime ihtiyacı var, aynen 2000’li yılların başında olduğu gibi.
Ama yerine kim gelmeli, ne gelmeli? Sorun da işte bu. “Yerine kim gelirse gelsin!” demek öngörülü ve değişim yanlısı insanların söyleyeceği söz değil. Bu anlayışla bir fasit dairede dönülüp durulur. Türkiye’nin siyaset tarihi bu fasit daire içinde geçti. Önce CHP gitsin de ne olursa olsun dendi; o gitti DP geldi. Bu kez DP gitsin de kim gelirse gelsin, dendi; yerine 27 Mayıs Darbesi geldi. Sonra CHP, AP, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri…
Darbeler ve düzen partileri birbirini izledi ve bir şey değişmedi.
Bizim bu konuda görüşümüz net: Ülkenin değişime, sorun çözücü bir iktidara ihtiyacı var. AK Parti’nin bunu yapamayacağı belli. Peki, bu değişim CHP ve MHP’den veya onların da içinde olacağı bir koalisyondan beklenebilir mi? Onlar Kürt sorununu çözebilir mi, buna yönelik bir projeleri var mı? Buna kimsenin evet diyeceğini sanmıyorum.
Ya Alevi sorununu? Aleviler en çok hangi dönemde kendilerini gizlediler, hangi dönemde cem ayinleri yasaktı?
HDP barajı geçip parlamentoya girse ne olur? Zaten şimdiye kadar parlamentoda değil miydi? 30 yerine 60 milletvekiliyle temsil edilse ne değişecek?
HDP meclise girince AK Parti’nin yolunun kesileceğini sananlar, böyle bir durumda daha büyük bir düş kırıklığına uğrarlarsa hiç şaşırmasınlar. Zira Bay Serok daha şimdiden “başkanlık sistemini destekleyebiliriz” demişken, bu tavrını sürdürmesi durumunda HDP ve PKK içinde buna kimse karşı çıkmaz, çıkamaz. PKK de HDP de bugün oy toplamak için ettikleri “Seni başkan yaptırmayacağız” sözünden yavaşça çark edecek ve buna binbir gerekçe bulacaklardır.
Öcalan’ın seçim sonrası tavır değiştirmesi bir tek koşulda mümkündür, o da AK Parti’nin hükümet kuracak kadar milletvekili çıkaramaması ve düşmesi durumunda. Ama bu kez de İmralı’ya daha önce olduğu gibi askeriyemiz el koyacak ve Öcalan, bu kez de 180 derecelik bir dönüşle, daha önce olduğu gibi AK Parti’ye atıp tutacak, orduya övgü yağdıracaktır.
Böyle bir durumda evet, bazıları Ak Parti’den kurtulmuş, muratlarına ermiş olacaklar. Peki ondan sonrası, böylece ne değişmiş olacak?..
Daha da önemlisi “Bazılarının Kürt siyesi Hareketi” diye nitelemekten hoşlandığı, düne kadar BDP olan, şimdi bazı Türk sol gruplarının eklemlenmesiyle adı HDP’ye dönüşen bu parti, yıllardır Kürt halkı için ne istemekte?
Öteden beri iradesini Öcalan’a teslim etmiş, yani iradesiz, İmralı’dan gelen direktiflere göre yönetilen, politikası ve yönetimi bu yoldan belirlenen “Kürt Siyasi Hareketi!..”
Öcalan’ın da daha yakalandığı gün devletin hizmetine gerdiği, bunu kameralar önünde açıkladığı ve o günden bu yana bu açıklamaya sadık kalarak önce İmralı’yı denetleyen askeriyeye, şimdi de MİT kanalıyla AK Partiye hizmet sunduğu bir sır mıdır?
İşte böylesi bir “Kürt Siyasi hareketi(!)” Yalnız Kürt halkı bakımından değil, PKK kervanına katılan Türk solcuları bakımından da trajikomik bir durum.
Böyle olduğu içindir ki HDP’nin seçim bildirgesinde “ortak vatan”, “demokratik ulus” ve benzeri, Kürt halkına hedef şaşırtan, gözlere perde çeken bir 10 madde edebiyatı, Bay Demirtaş ve Bayan Yüksekdağ’ın ağızlarından ballandırıla ballandırıla kamuoyuna sunuluyor. Demokrasi perdesi altındaki bu edebiyat derin dehlizlerde hazırlandı, Öcalan eliyle piyasaya sunuldu ve HDP de bunu gerçekleştirmenin aracı…
Kervana katılan ve bu işi seve seve yapan söz konusu Türk solcularının, öteden beri PKK muhibbi olan, bu işten ekmek çıkaran bazı Türk aydınlarının da ağzı kulaklarına varıyor.
Tabi canım, neydi o “Kürt ve Kürdistan edebiyatı?!” Yok bağımsızlık, yok federasyon, yok bilmem ne!.. Şimdi Kürtler akıllandılar, uslandılar; baksana Bay Serok’un sağlığından başka bir şey istemiyorlar… “Üniter Devlet!”, “Demokratik Cumhuriyet!”, “Demokratik Millet”, “Ortak Vatan”, “Çeşme Ruhu” filan, feşmekan…
Böylece Kürt sorunu tatlıya bağlanıp ne güzel çözülüyor!..
Ama gerçekte çözülüyor mu? Onlara göre “çözüm” olan şeyin Kürt halkı bakımından tam bir aldatmaca, bir “çözülme” olduğu açık değil mi?
Belli ki on yıllardan beri Kürt halkının meşru haklarını eşitlik temelinde tanıyıp barışçı bir yaşamı hayata geçiremeyen bu devlet ve ülkenin kaderine dünden bugüne hakim olan düzen partileri, politikacılar, bugün de aynı yanlış politikayı sürdürmeye çabalıyorlar. Yıllardır, zulüm ve katakulli ile peşlerine taktıkları Kürtler içinde bir zümreyi ve bir bölüm solcuyu da bu işte kullanıyorlar.
Ama yanılıyorlar. Onlar böylece bir şeyi çözemeyecekler. Bu yol çıkmaz sokaktır ve yanlış hesap eninde sonunda biryerlerden döner.
Bazıları da başka yol yokmuş gibi, çaresizlikle HDP’ye oy vermekten söz ediyorlar…
Oysa siyasette çaresizlik olmaz. “Başka yol yok” gerekçesiyle yanlışın ardına takılmak zavallıca bir tutumdur.
İnsanlar doğru yolu göremiyorsa, yanlış bir yolda yürüyorlarsa, size düşen onların ardına takılmak değil, doğru yolu göstermektir.
Doğru yol bugün de vardır. HAK-PAR’ın yürüdüğü ve kitlelere gösterdiği yol, tam da böylesine doğru bir yoldur. O hem Kürt sorununun eşitlikçi çözümünü, federasyonu savunuyor, hem de bir bütün olarak demokratikleşmeyi. Onun, Alevi sorunu, kadın sorunu, emekçilerin hakları, çevre sorunları dahil, tüm temel konulara cevap veren çağdaş bir programı var. Ülkeye barışı ve özgürlüğü getirecek olan HAK-PAR’ın programıdır.
Bugün savaşa, çatışmaya giden yüzmilyarları ekonomik ve toplumsal gelişmeye yöneltecek olan da böylesi bir programdır.
Bazıları HAK-PAR’ın barajı aşma şansı yok ve ona verilecek oy boşa gider diyorlar. Oysa çözümü ve değişimi getiremeyecek diğer partilere verilen oy zaten boşa gidecektir.
HAK-PAR’a verilecek oysa boşa gitmez, onu güçlendirir.
Yapılması gereken yanlış yoldaki kalabalığa takılmak değil, doğru siyasete destek verip onu güçlendirmektir.
Yanlış bir yolda bin kişi yürüyorsa, senin de binbirinci olman gerekmez; doğru yolda iki kişi yürüyorsa, sen de var üçüncü ol. Öyle ki doğru büyüsün, güçlensin ve senin istediğin değişimi sağlasın.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.