Ruh sağlığım kaldırmadığı için 10 yıldır televizyonsuz bir yaşama geçtiğimden, arkadaşlarım arayıp kulağımın çınlatıldığını aktardıklarında, üşenmezsem, medyayı bazen arayıp düzeltiyorum.
Tezvirat siyasetinin yalan dolanlarıyla uğraşmaktan yorulduk, şer cephesi yorulmadı.
Özellikle 2007 seçimlerinde Bin Umut milletvekili adayı olduktan sonra, sağlı sollu psikolojik savaş kampanyalarıyla muhatap olmamız alenileşti.
Geçen gün de AHaber televizyonunda, sayın Selim Sadak’la birlikte yemek yediğimiz haberi yapılmış. Biz keşke fırsat bulsak da hasret giderebilsek derken, meğer bu bir karşı kampanyaya dönüşmüş hemen.
Aradım televizyon yöneticisini, “Yemek yememizde bir mahsur yok, ama Sayın Sadak’la en son 2 yıl önce Siirt Barosu’nun Anayasa etkinliğinde birlikte olmuştuk, bu da nereden çıktı, insan haber yapmadan önce sormaz mı?” dedim.
Sıksık servis edilen, bu türden aslı astarı olmayan haberlerden artık gına geldiğinden, acaba artık hukuki yollara mı başvursam diyorum.
Bütün bunların esas nedeni, siyasetin siyasetsizleşmesi, ahlaki olanın, ortadan kaybolması, belden aşağı vurmanın, amaç için her aracı kullanmanın meşru görülmesinin aleladeleşmesinde yatıyor.
Repertuarları da aynı, değişmiyor; siyasi faaliyete başladığımız yıllardan beri yalan yanlış haber üretme çetelerinin kullandıkları asparagas cümleleri bile değiştirme zahmetine katlanmadan, aynı malzemeyi piyasaya sürmekten, bu malum çevrelerin argümanlarını kopyala yapıştır yöntemiyle devam ettirmekten başka bulgu da yok ellerinde.
Başbakan’ın “kuzu kebap” kod adlı saldırı işaretinden sonra da, durumdan vazife çıkaranlar salvoları sürdürüyorlar.
Meclis’te de söylemiş olduğumuz gibi inatla, yalan söylemeyi siyasetin merkezine koyanların insafına, ülkenin ve insanımızın geleceğini terk edemeyiz.
Yalan yanlış cumhuriyetten demokratik cumhuriyete geçiş mücadelesini hızlandırmak verilebilecek en anlamlı yanıt olacaktır.
Ölüm oruçlarındaki hotzotçu tavır ve avukat yasağında ısrar karşısında uluslararası hukukun bütün kabullerine aykırı bu tutuma yönelik teşhir kampanyasının yetersiz kaldığı ortada.
Özellikle mütedeyyin yurttaşlarımızı yalan kampanyalarına karşı bilgilendirmek, tecrit siyasetinin Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünde ne anlama geldiğini anlatmak önem taşıyor, üstelik zaman bizden daha hızlı akıp gidiyor.
Adalet bakanının başbakanı tekzip ettiği zemin, çok başlılıktan ziyade, başıbozukluğun işareti ve bunu keyfi, otoriter bir edayla örtbas etmek olası değil.
Demokrasi, barış ve adalet yanlılarının “idam”la caydırılacağının düşünülmesi de tuhaf. Yunanistan’ın 19. yy.da kaldırdığı idam cezasını 21. yy. Türkiye’sinde tartışmaya açmak mı “açılım” oluyor şimdi?
İnsan haklarında, yaşam hakkında restleşme kabul edilemez. Kim ölüm yanlısı, kim yaşam yanlısı, kamuyu netlikle görüyor.
Siz Kürt sorununu çözmek mi istiyorsunuz, Kürt hareketini mi? Yanıtı biliyoruz.
Size göre zaten Kürt sorunu yok, sorunlu Kürtler var, KCK davası da bunlar için var.
Adalet Bakanı, “cezaevleriyle ilgili talep yok, siyasi taleple bunlar,” diyebiliyor, iyi de tecrit siyaseti, hem siyasi hem de cezaevleriyle ilgili aleni bir sorun değil mi?
AKP anadile karşı, CHP, sağolsun, lütfediyor, tartışılmasına karşı değillermiş, ama neden yanalar, işte o belli değil; memleketin siyasetindeki şu renkliliğe bakar mısınız?
Eşeğe sormuşlar, “Gülü bilir misin?”
“Bilirim, yedim, hiç tadı yoktu,” demiş.
Peki ey muktedirler, siz adalet, barış, demokrasi ve vicdan nedir, bilir misiniz?
Çok tatsız, değil mi?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.