Dün siyasette rasyonalizm üstüne yazarken, “eldeki mevcut” içinden yalnız AKP ile CHP’ye değinmiştim. O da, ağırlıkla, son Cumhuriyet Bayramı’nın olayları vesilesiyle. Ama “irrasyonel siyaset” diye bir başlık açıldığında, her ikisinin de anlatacak daha çok davranışı var. Neyse, bu son Bayram’da, görülüyor ki kendi amaçları ve genel üslûbu çerçevesinde “rasyonel” bir yol çizebilen bir tek “Aydınlık/İşçi Partisi” var ve o grup AKP ile CHP’ye istediği davranışları yaptırabiliyor.
Peki, BDP nasıl? O rasyonel davranabiliyor mu? Gene “amaçları çerçevesinde” dersek, belki o ölçüler içinde “rasyonel”. Örneğin, bir rastlantı sonucu dağda bayırda bir “gerilla” grubuyla yüz yüze gelince, şarılışmak, dünyada kabul gören birçok kurala göre irrasyonel sayılabilir; ama BDP açısından pek değil. Çünkü BDP zaten genel Kürt Siyasî Hareketi içinde bir parça ve nihaî kararların verildiği yer de değil. Onun başlıca görevi bu memlekette yaşayan Kürtler’in PKK’yı kendi sözcüleri ve temsilcileri olarak kabul ettiklerini, ona bağlı olduklarını kanıtlamak. Böyle olunca, o sarılışma sahnesi de “rasyonel”, çünkü amaca uygun.
Ama “Kürt Siyasî Hareketi”nin kendisi ne kadar “rasyonel” sorusu da sorulabilir tabii. Bu ülkede Kürtler’in işi çok zor. Bütün zorluklar üst üste binince, bu kargaşada “rasyonel” olmak da ayrıca zor.
Kürt Siyasî Hareketi temelde silâhlı mücadele yöntemini benimsemiş her siyasî hareketin bir aşamada, bir biçimde yüz yüze gelmek zorunda olduğu sorunlar ve sınırlarla karşılaşıyor.
Şöyle özetlemeye çalışayım: PKK’nın merkezinde durduğu (ve başkasına yer tanımaya niyetli olmadığı) bu siyaset bu ülkede Kürt halkından esirgenen hakları elde etmek gibi bir amaçla yola çıkıyor. Başka kelimelerle söylersek, “zulüm” gören bir Kürt halkı var. PKK da bu zulmü ortadan kaldırmak üzere yola çıkmış.
Bu amaçla yola çıkmış silâhlı bir örgüt. Eline silâhı aldığında, o silâhı kullanacaksın. Nitekim yıllardır silâhlar susmuyor, susamıyor. “Barış” lafı ediliyor, ama silâhlar devamlı çalışıyor. PKK şu aylarda “Silâhlı mücadele alanında beni yenemezsiniz, yok edemezsiniz” konumunu kabul ettirmek üzerine kurulu bir strateji izliyor. “Canınızı daha çok yakacak imkânım var. İyisi mi hakları tanıyın,” diyor.
Yani, bir yanda bir “mazlum” siyaseti var. Ama onun yanında da “Bak, canını çok kötü acıtırım” siyaseti. Bu ikisi ister istemez çelişiyor. Bu iki ayak üstünde durup aynı zamanda “rasyonel” siyaset yapmak kolay bir şey değil.
Şu anda önümüzde bir açlık grevi eylemi var. Açlık grevi gibi bir mücadele yöntemi, “mazlum siyaseti”nin araçlarından biridir. Dünyada benzerleri olmuş, sonuç da alınmıştır. Ölümlerle biten acı örneklerde dahi, bu acı durum sonraki gelişmelerde etkili olmuştur.
Ama bir yandan da “Kandil” dediğimiz kanat var. O da kendi eylemlerini yürürlüğe koymaktan geri durmuyor. “Demokratik açılım”ın telaffuz edilmesinden bu yana, bu örgütün “mazlum” değil “zalim” siyaseti yaptığını düşündürecek birçok olay oldu. Bu olaylar olageldiği için, böyle vahim bir açlık grevi de, Türkiye’nin genel kamuoyunda, bu gibi eylemlerin uyandırmasını beklediğimiz duygudaşlık, dayanışma duygularını uyandırmıyor.
Bu konu en başından beri vardı. Silâhsız, barışçıl (“mazlum” ama kararlı) bir Kürt hareketi daha etkili olmaz mıydı? Bu soru, özellikle Kürt kesiminde fazla olumlu cevap bulmuyor. “PKK bunu başlatmasa bugün ‘Kürt Sorunu’ diye bir şey konuşulmazdı bile” diyenler çoğunlukta. Epey de “spekülatif” olan böyle bir tartışmaya hiç girmeyelim. Ama olayın bugün vardığı noktada bu çelişki var ve bastırıyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.