Uzun, bir aradan sonra, Başbakan Erdoğan’ın yurtdışı gezisini izledim. Aslında Viyana’ya geliş sebebimiz, Birleşmiş Milletler bünyesinde Türkiye’nin de önayak olduğu “Medeniyetler İttifakı” toplantısı. Ama tabii zirve bahane; Erdoğan’ın sağında, solunda, kabinesinde, partisinde ve tabii uçağındaki herkesin aklında, İmralı’yla başlayan yeni süreç var...
Abdullah Öcalan’ın ateşkes ve “geri çekilme” kavramlarını telaffuz ettiği 3 mektup yazmasıyla bir anda “hızlanan” takvimle ilgili, iyimser olmak için de, tedirgin olmak için de yeterince sebep var. Günün sonunda Kürt sorunu, Türkiye’nin geneli için nasıl bir “paketle” çözülecek? Başından beri “Biz piknik yapmak için dağa çıkmadık” diyen PKK ve tabanı, masaya konulan pakette istediği “onurlu barışı” bulabilecek mi? Türklerin ve Kürtlerin beklentileri, nasıl yönetilecek? Ve en önemlisi, Kandil, Öcalan’ı dinleyecek mi?
İmralı dinamiği
Viyana’da Erdoğan’a eşlik eden bakanlar arasında, çözüm sürecinin koordinatörü konumundaki Beşir Atalay, Egemen Bağış, Taner Yıldız ve Fatma Şahin var. İmralı süreci, aslında sadece Atalay’ı değil, her birini yakından ilgilendiriyor. Seçimi, yerel seçimi, ekonomiyi, dış ilişkileri, Suriye’yi... Her şeyi etkiliyor. Aslında her siyasetçinin gözü İmralı’da.
Peki hükümetteki ruh hali nedir? Hükümet cephesinde, Cengiz Çandar’ın bu hafta Diyarbakır/Hakkâri izlenimlerinde yansıttığı ve benim de birkaç hafta önce Diyarbakır’da gözlemlediğim o “tedirgin” atmosfer yok. İmralı’dan gelen mesajlar, AK Parti’de hafif bir özgüven patlaması yaratmış durumda. Neyse ki hükümet süreci şeffaf götürmeye, hızlı sonuç almaya ve 2009’daki hataları yapmamaya odaklanmış.
Tatsız günler
Ama sanmayın ki hükümette bir kutlama havası var; hayır burada da ihtiyat hakim. Hiçbir şeyin ‘tereyağından kıl çeker gibi’ olmayacağı ortada. Tatsız günler olabilir. Mesela, önümüzdeki dönemde Kürt hareketi içinde bir bölünme yaşanabileceği beklentisi var. Hemen olmasa da, zamanla Kandil’de bazı komutanlar ve BDP’de bazı isimlerin İmralı’ya itiraz edebileceği hesabı yapılmış.
Peki bu sıkıntılı bir durum değil mi? Ya Kandil Öcalan’ı dinlemez, İrlanda’daki ‘Gerçek IRA’ gibi ‘Öz PKK’ gibisinden bir yan örgüt çıkıp savaşa devam etmek isterse? Hükümet, böyle bir olasılıkta bile ‘çözüm yanlılarının,’ yani Öcalan’la hareket edenlerin, daha baskın çıkacağını düşünüyor. Çünkü özünde Kürt kamuoyu, herkesten fazla barış istiyor. Aileler, bu savaş bitsin, makul koşullarda evlatları evlerine dönsün istiyor. Kandil çok ayak diretirse, bizzat kendi tabanından baskı görecektir.
Aslında bu dönemde işi zor olan, devlet değil Kürt siyasi hareketi. İç ve dış konjonktürü, Erdoğan’ın popülaritesini, Öcalan’ın halet-i ruhiyesini, KCK operasyonlarını ve alandaki askeri üstünlüğü cephane olarak kuşanan hükümet, avantajlı hissediyor. Kürt hareketine Türkiye’nin topyekün demokratikleşmesinin ötesinde ‘özel bir statü’ sunmuyor. Kuzey Irak formülü ya da özerklik yok. Ama barış elini uzatıyor.
Ağır sorumluluğu var
Kürtler açısından o eli sıkmanın da, itmenin de ağır sorumluluğu var.
Mesela, bugünlerde Öcalan’ın MİT’le olan müzakerelerde pazarlığı fazla düşük tuttuğu endişesinde olan BDP yönetimi, şu zamana kadar ısrarla “Öcalan irademizdir. O karar versin” diyordu. Şimdilerde ise, Öcalan’ın anadilde eğitim, demokratik özerklik gibi bizzat kendi emirleriyle bayraklaştırılan konularda “Fazla takılmayın bunlara” gibisinden bir tavır takınması, BDP ve Kandil açısından tam bir şok. PKK lideri, İmralı’ya giden her iki heyete de Kürt sorununun çözümünün büyük ölçüde Türkiye’nin genel hatlarıyla demokratikleşmesinden geçtiği izlenimini vermiş. Hatta, Tayyip Erdoğan kontrolünde demokratikleşmesinden...
Peki ne yapacak Kürt hareketi?
Öcalan’ın mesajı
Biz Viyana’dayken Aysel Tuğluk ve BDP heyeti Kandil’e doğru yola çıktı; eşzamanlı olarak PKK’nın kilit isimlerinden Duran Kalkan’ın Kandil’den bir röportajı yayımlandı. PKK’nın daha şahin kanadından Kalkan, daha mektubu almadan, Nuçe TV’de hem Öcalan, hem de devlete mesaj veriyordu:
“Biz savaşı yürütüyoruz, bunu herkes bilmeli. Eğer Kürtler adına savaş sürüyorsa PKK yürütüyor, PKK’nin, KCK’nin yönetimi var. Savaşı durdurmak isteyenler varsa buraya müracaat edecekler. Adresler doğru seçilmeli; Önder Apo’nun bu savaştan herhangi bir sorumluluğu yok. Barış yaratma gücüdür, Önder Apo’suz barış olmaz ama savaş yürütmüyor, savaşı yürütenler var. Şimdi o bakımdan eğer gerçekten PKK’den çözüm isteyenler varsa buyursunlar PKK’ye...”
Dedim ya, daha gidilecek çok yol, çok engebe var. Kutlamalar için daha çok erken...
Ama geçenlerde Leyla Zana’dan duyduğum bir lafla bitireyim.
“Umutluyum. Çünkü umutlu olmak zorundayım.”
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.