• BIST 9549.89
  • Altın 3005.985
  • Dolar 34.5383
  • Euro 35.9979
  • İstanbul 6 °C
  • Diyarbakır 13 °C
  • Ankara 1 °C
  • İzmir 9 °C
  • Berlin 10 °C

Vezneciler’de ölüm...

Ali Bayramoğlu

Vezneciler'de patlayan bomba 12 insanın canını aldı, 12 ailenin hayatını kararttı.

Neden?

Bu insanlar her hangi bir iddianın, meydan okumanın aktörleri değildi. Bu sıradan insanların, ailesi, çocuğu, hayalleri olan o insanların kendi dünyaları artık yok.

Neden?

Bu soru, o bombanın arkasındaki ele, mantığa ve stratejiye yöneliktir. Bu stratejiyi doğrulayan, savunan ve sıradanlaştıranlara yöneliktir.

Bu neyin mücadelesidir?

Şiddet nereden gelirse gelsin, hangi iddiayla ve gerekçeyle doğrulanırsa doğrulansın asıl mesele olarak karşımızdadır, asıl mesele olarak karşımızda olmalıdır.

Oysa bizde sıkça bunun tersi olur, bugünlerde de öyle oluyor.

Siyasi ve toplumsal hayat kurgusal bir sahne gibi ele alınınca, şiddet zihinlerde “basit ve düz bir nedensellik” işlemine tabi tutuluyor.

Bir yandan şiddet haklı ve haksız gibi vahim ayrımlarla yoğruluyor. Kişinin siyasi pozisyonuna, tarafına göre tanımlanıyor.

Öte yandan birilerinin yandığına diğerleri alkış ve gururla bakıyor…

Bu durum aslında, bir savaş psikolojisini tarif eder. Ve bir siyaset algısına işaret eder. Tarafınız ne olursa olsun, bu psikoloji ve algıda şiddet ve güç kendi dışında bir işlev taşır, bir araç, bir değer haline dönüşür.

Oysa meşruiyet ve siyaset karşısında şiddet ana sorunu oluşturur. Nitekim hükümetten Kürt hareketine, soldan liberallere, “şiddette ilişki” ya da “şiddete mesafe”, bugün Kürt meselesinin tanımı ve seyri konusunda en temel kriterlerden birisi.

Dün, Kandil'in bir bombası 7 polis ve 5 sivilin canını aldı.

Lanet eden, öven, endişe duyan, tehdit dili kullanan bakışlar altında...

Şiddete toplu ve kitlesel öfke ve tepki duymak ve bunu göstermek gerek...

Soldan sağa tüm ideolojilere ve kimlik politikalarına uzanan yerleşik zihniyet, bu köşede zaman zaman altını çizdiğim hastalıklı şu unsurlarla ne zaman yüzleşecektir, bilinmez, ama yüzleşme ihtiyacının mutlak olduğu açıktır.

Şöyle ifade edelim bu ihtiyacı ve gereklerini:

Her kritik noktada ve her fırsatta, örneğin Kürt sorununun ya da herhangi sorunun “okuması”nı aşırı siyasi bir algıyla karşı tarafa yönelik, (mevcut durumda), AK Parti ve Erdoğan takıntısıyla iç içe sokmak eğilimini fark etmek…

Bu eğilimin şiddeti araçsallaştırdığını, üstü kapalı da olsa bir siyasi cihaz olarak sıradanlaştırdığını görmek…

Mağduriyet “duygusu”na, mağduriyetçi tutuma dayanan bir siyasi pozisyon refleksini sorgulamak…

Mağdurculuktan güç alan, haklı-haksız, zorunlu-keyfi, meşru-gayrimeşru, doğru-yanlış milliyetçilik ya da kimlik tanımlarından kaçınmak…

Bu refleksle, örneğin Kürt sorununu Kürt politikasına kilitleyerek tartışma ve tanımlamaktan uzaklaşmak…

Bunlara işaretle şiddeti olumlama fikrini lanetlemek…

Ve tüm bunların “şiddet-siyaset-hukuk arasındaki sınırları” belirsizleştirdiğini anlamak…

Bunlara doğru şöyle ya böyle, şu ya da bu düzeyde, duygu ya da akılla ulaşmaya çalışmadıkça, faydacı bir duruşu benimsemeye devam ettikçe, dile, bakışlara, açıklamaya yansıyan sembolik şiddet hüküm sürdükçe, silahın iyisi ve kötüsünü ayırmaya çalıştıkça, şiddet filizlenecek zemini her zaman bulacaktır.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89