Herkes soruyor: “Ne oldu da buraya geldik?” “‘Barış’ derken, ‘Çözüm süreci’ derken, buraya neden ve nasıl geldik?”
Soruya cevap verenlerden biri de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dı. “Bir partiye 400 milletvekili verilmedi, onun için böyle oldu” dedi Tayyip Erdoğan.
Türkiye toplumunda, öteden beri, söylenmesi soyut kaçacak bir sorun vardır: nedensellik sorunu. Bir şeyin “neden”i olarak öne sürülen olgu, “neden” falan olmayacak bir nesnedir. Bu, en üst düzeyden başlar. Örneğin, “Bir Türk dünyaya bedeldir”! Neden? Cevabı zaten önermenin içinde: “Türk olduğu için”! Peki, sizce bu bir “neden” mi? Böyle bir “nedensellik” olabilir mi?
Şimdi, tırmanan bu kanlı olaylar ve bir açıklama: “çünkü 400 milletvekili vermediler”! Nasıl bir bağlantı olabilir bu iki olgu arasında?
Kürt silâhlı hareketini yürüten kurul 7 Haziran’dan önce bir toplantı yaptı; “Seçmen bir partiye 400 milletvekili vermezse saldırıya geçelim” diye karar mı verdi?
Tabii böyle bir şey demiyor, Tayyip Erdoğan; “Benim partim 400 milletvekiliyle Meclis’e girse ve benim istediğim anayasa değişikliklerini yapsa, yani bana istediğim sınırsız yetkileri verse, ben bunlara meydan vermezdim” demek istiyor. Peki, öyle olsaydı, PKK saldırıya geçmez miydi? “Adam istediği yetkileri aldı; bizim iş yaş. Burayı terk edelim, And Dağları’na çıkalım” mı diyeceklerdi?
Ya da, tersinden bakalım: işte TSK, işte polis, işte vali, işte kanun, nizam! 400 milletvekili olmayınca bunlar da çalışmaz, işlemez hale mi geliyor? 400 milletvekili olmayınca Tayyip Erdoğan bu işi bitirmek için gerekli “emirler”i veremiyor mu?
Yani, neresinden baksak, “açıklama”, açıklamaya teşebbüs ettiği fenomeni açıklamıyor. Yani, Türkiye’de epey alışık olduğumuz üzere, gene bir “nedensellik” kusuru var.
Öyle mi?
Yoksa, bakmadığımız bir açı kalmış olabilir mi?
Olabilir. “Asıl” açıdan bakmadık henüz.
“400 milletvekili vermediler. Anayasayı istediğim gibi değiştiremiyorum. Bunun bir nedeni de bu heriflerin yüzde 10 baraj üstüne çıkıp bana bedavadan gelecek milletvekilliklerini kendileri almaları.”
Bu düşüncelerin zaten öyle gizli kapaklı bir yanı yok. Tayyip Erdoğan da zaten üç aşağı beş yukarı bunları kendi ağzıyla söylüyor.
Ama bu da iki ayda oluşan kan gölünü açıklamaya yetmiyor.
Bir adım daha ileri götürmemiz gerekiyor, yukarıdaki değerlendirme zincirini: “Madem böyle oldu, yapılacak tek iş hükümet kurulamaz bir ortam yaratıp seçimleri yenilemek. HDP’yi yeniden yüzde 10’un altına indirmek ve anayasayı değiştirecek kadar olmasa da tek başımıza hükümet kuracak sayıda milletvekili çıkarmak.”
Beğenirsiniz, beğenmezsiniz, ama bunun bir mantığı var. Var da, koşullar değişmeden, çerçeve değişmeden, nasıl olacak bu? HDP’ye oy verenler, niçin beş altı ay sonra bundan vazgeçip oylarını AKP’ye versinler?
Onlara bunu yaptırtacak bir ortamın biçimlenmesi gerekiyor. Bu da, şu şimdi gördüğünüz çatışma ortamında olabilir. PKK’nın ayağına basarsan, o zaten belirli nedenlerle dünden razı ve hazır, saldırıya geçer. HDP’yi de onların kucağına doğru itelersin. Fiilen itemesen de seçmenin gözünde öyle görünmelerini sağlarsın. “Onlar yapıyor” dersin. Oylar geri gelir.
Evet, bu açıdan, bu çerçevede bakınca, “nedensellik” yerli yerine oturuyor. Bütün o “çözüm süreci” vb. edebiyata rağmen, böyle bir senaryo Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorununa bakışının genel çizgileriyle de çelişmiyor.
Bunun böyle olduğunu görmeyen de kalmadı sanıyorum. En başta Tayyip Erdoğan’ın yanında kenetlenenler, hepsi bunu görüyor.
“400 milletvekili vermediler, ondan oldu” sözü de ağızdan kaçmış bir söz değil; o da “Siz vermezseniz ben de böyle yaparım” anlamıyla, stratejinin gerekli bir parçası.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.