Seçim hesapları, AKP iktidarının Oslo ve İmralı süreçlerindeki pozisyonunun önemli bir nedenini teşkil eder. Durumu yerinde saptayan Kürt hareketi de kendi hesaplarını buna göre yapmıştır.
Çatışmasızlık ortamında gidilen seçimlerin siyasi faydasını iki taraf da değişik oranlarda görmüştür. Daha önemli bir açıdan ise en büyük faydayı insanlar, yaşama hakları ellerinden alınmadığı için görmüştür...
2015 Genel Seçimleri’nin öncesinde “İmralı süreci” yine seçim hesaplarının gölgesinde. Mamafih bu ne ayıp ne de anormal. Siyaset, iktidar hırsı olmadan yapılamıyor.
Ancak AKP’nin iktidar ve dava hırslarının yanında, bunları dengelemeye yeter miktarda bir “Kürt sorununu demokratik çözüme kavuşturma arzusu” da olmalı ki “süreç” seçim hesaplarının altında kalmasın.
Ne yazık ki meselemiz, AKP iktidarında Kürt sorununu Türkiye’nin demokratikleşmesi içinde çözme arzusunun olmayışıdır.
Ve bu arada işte yine bir seçim öncesinde kartlar açılıyor.
Pozisyonlar en kısa ve özlü haliyle şöyle belirginleşiyor: İktidar cenahı, bir “patronaj ilişkisi” (Klientalizm) kurarak sürecin tek Kürt aktörü haline getirmeye çalıştığı Öcalan vasıtasıyla Kürt hareketinden alabileceği her şeyi seçimden önce almak ve ne verecekse artık, onları da seçimden sonraya bırakmak niyetiyle hareket ediyor.
Öcalan bir çağrı yapsın, PKK tam eylemsizlik durumuna geçsin, silahlı güçlerini çeksin ve en azından Türkiye’de silahsızlansın... Bunun anında karşılığı ise Öcalan’ın hapislik koşullarının iyileştirilmesi olacak.
Ardından çözümle ilgili anayasa değişikliklerinin de önünün açılacağı söyleniyordu. Ancak, iktidar gerçekten niyetlense bile 2015 seçimlerinden önce Kürt sorununun çözümüyle ilgili herhangi bir anayasa değişikliğine angaje olamaz. Çünkü iktidarın asıl davası olan anayasal başkanlık sistemi için milliyetçi oylara ihtiyacı var.
Kürt hareketine yönelik içeriği belirsiz ve garantisiz bir “seçim vaadi” söz konusu burada.
AKP’ninki, kendi mukabil adımını seçim sonrasına erteleyen ön koşullu bir müzakere yaklaşımı.
Öcalan’ın genişletilmiş İmralı heyetine verdiği “Müzakere Süreci Taslağı”ndan yansıdığı kadarıyla PKK lideri adımların seçimlerden önce eş zamanlı olarak atılmasını öneriyor; seçim sonrası için de yasal güvenceler istiyor.
Adımlarda eş zamanlılık ve yasal güvence arayışının tek nedeni iktidara güvensizlik. “İmralı süreci”nde Kürt sorununun çözümü için iki yıldır tek bir somut demokratikleşme adımı atmayan bir iktidarın bunları 2015’teki seçimden sonra atacağına nasıl güvenilebilir? Bu arada iktidarın seçimi yine kazanacağını varsayalım...
2015’ten 2019’a kadar yılların seçimsiz geçecek olması sayesinde sağ seçmen baskısından azade kalmış bir AKP iktidarı, Kürt sorununu Türkiye’yi demokratikleştirerek çözebilir mi? Soruyu böyle soruyoruz, çünkü biliyoruz ki Kürt sorunu ülkenin doğusu ve batısının iki otoriter yapı arasındaki bir anlaşmaya göre paylaşılması yoluyla çözülemez.
Kürt sorunu, Türkiye’deki bütün sorunların anası olan demokrasi noksanlığının zehirli ürünlerinden sadece biridir ve ancak total demokratikleşme ile çözülebilir.
Kolay değil ama bir an için Ak Saray’ın şartlarına göre bir anlaşmaya varıldığını farz edelim...
Yani ilk adımı PKK atacak, arkası seçimden sonra...
Ak Saray, Kürt sorununu çözebilir mi? Hayır. İktidar Türkiye’yi demokrasiden uzaklaştırdığı sürece, demokrasi açığından kaynaklanan Kürt sorununu sırf üzerindeki seçim baskısı kalktı diye çözemez.
Ak Saray, gücü, kurumları ve idareyi merkezileştirdiği müddetçe, çözüm önkoşulu adem-i merkeziyetçilik olan Kürt sorununu çözemez.
Bu iktidar kendi Kürtleriyle barış yaptığını söylerken o Kürtlerin hem akrabası hem de siyasi uzantısı olan Suriye’deki Kürtlerle vekaleten savaş yürütüyorsa, Kürt sorununu çözemez.
Türkiye’de iktidarın bir taraftan otoriterleşmeye, diğer taraftan da açılımlara aynı yıllarda (2008-09) başlamış olması tarihin bir şakasıdır.
AKP iktidarı “Kürt sorununu çözeceğim” diye yola çıkabilir. Ama o yolda demokratikleşmezse kendisinin ve ülkenin sonunda varacağı yer uçurumun kenarı olabilir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.