Halis Atış, çarşamba gecesi 23.00’te referandumla ilgili afiş asıyordu. Afiş 30 metre yüksekliğe asılabilsin diye vinç bekliyordu. Günde 16 saat çalıştığı için yorgundu ve İstanbul’da önceki gece kış gibi geçiyordu. Pankart bezine sarınıp yere kıvrıldı. Vinç geldi. Pankartın üzerinden geçti... Çaresizlikten referandum pankartına sarılmış yoksul bir adam ezilerek öldü. İki çocuğu vardı ve 8 kişiye bakıyordu.
Bir yoksul, başka bir yoksulun üzerinden geçti önceki gece, ezerek öldürdü. Muhtemelen biri bir taşeron, öteki başka bir taşeron için çalışıyordu. Muhtemelen ezen de yorgundu en az ezilen kadar. Muhtemelen o da açtı öteki kadar. “Kimse bakmıyor onlara, yoksullar sessizce birbirlerinin hikâyelerini izliyor şehirde” diye yazmıştım önceki günkü gazetede. Yetmezmiş meğer... Meğer “Yoksullar birbirinin katili yapılıyor sessizce” demek de gerekiyormuş, “Yorgun argın birbirlerinin üzerinden geçiyorlar”...
BIRAKMAM
Pankartın üzerinde “Evet” yazıyormuş, malum, AKP’nin referandum reklamları. “Hayır” da yazabilirdi. Yani, “‘Evet’ adam öldürüyor” makamını başkalarına bırakıyorum. Ama bu insanlık cinayetinin taşeronlaşmanın sonucu olduğunu, taşeronlaşmanın AKP’nin elinde bu kadar azgınlaştığı gerçeğini söylemeden bırakmam. Hele “teğet geçen” şu ekonomik krizin bedelinin günde 16 saat çalışan, yine de aç yaşayan Halis’lere ödetildiğini söylemeden hiç bırakmam. Kıdem tazminatı ödememek için her yıl iş akitleri sıfırlanan, buna direnince de Paşabahçe Devlet Hastanesi’nden atılan Türkan Hanım, üniversite harcını ödemek için çalıştığı inşaattan düşerek ölen Edebiyat Fakültesi öğrencisi Ömer... Onları bırakmam.
Ve işte bu yüzden sevgili kardeşim, ben referandumda “HAYIR” demeye karar verdim. Ben “HAYIR” diyorum, size de naçizane tavsiye ediyorum. Çünkü...
MADEM ÖYLE PİSLENELİM!
Boykot edecektim, bu pis kavgaya girmeyeyim dedim. Böyle oluşan bir siyasal zemine “Lanet olsun” dedim. İktidar ve iktidar karşıtları dışında hiçbir kesimin dahil edilmediği bu “darlanmaya” dahil olmayayım dedim. Sadece siyasal olarak değil ahlaken de reddettim bu saçmalığı. Genel seçim havasına sokulan Anayasa değişikliğini aptalca, saçma ve kirli buldum. Nitekim birkaç kanalda ve yazılarda anlattım bu durumu. Bakınız “Bıktık!” başlıklı yazı.
Gel gör ki geçtiğimiz günlerde AKP’nin MKYK üyesi Ayşe Böhürler ile bir canlı yayına katıldık Habertürk’te. Ayşe dedi ki mealen, “Boykotçuların kendilerine göre nedenleri var tabii”. Sonrasında “hayır” oyu verenlere karşı konuştu. Tartışmasına tartıştık. Referandumun 12 Eylül’le hesaplaşma olduğunu savunan biriyle kafa kafaya gelmemiz kaçınılmaz. Hatta bu değişiklikle daha sivil, daha demokratik bir Anayasa’ya kavuşacağımız söylendiğinde... Biz de bir yerde hukukçuyuz, okuma-yazmamız var vesaire, sinirleniyoruz elbette. Fakat tuhaf da bir hava vardı. Sanki boykotçuya “fasulyeden” muamelesi çekiliyor gibi geldi. Fazladan bir şefkat söz konusu. Hani düşman olarak bile adam yerine koymama durumu. Ayşe için söylemiyorum, genel olarak böyle bu.
ENAYİLİK MESELESİ
Sonradan düşündüm. Bu referandum seçim havasına sokuldu mu? Sokuldu. Boykot yaparak eteğimizden silkip kurtulabileceğimiz noktayı geçtik. Görüntü netleşti. İstediğin kadar lanetle, istediğin kadar silk eteğini, zemin bu, ya girersin kavgaya ya tribünden izlersin. Sonradan, “Ay ben tarafsızdım” deyip kurtulunamayacak bir ahlaki sorumluluk da var içinde. Çünkü görüyorsun:
Memleket bildiğin enayi yerine konuyor. 12 Eylül hesaplaşması martavalını alan yürüyor. Paketteki bütün maddeleri beraber referanduma sunmada da nereden baksan bir şantaj, bir tehdit havası var. “HSYK, Avrupa’da da böyle seçiliyor” diyenlerin doğruyu söylemediğini biliyorsun zaten ama bir de Erdal Eren’in hatırasını kullanmak var, mide bulandırıcı. Mideler bulanadursun ama bir de şu Halis’in astığı pankartlardan biri yok mu...
“Yoksulluğa ve işsizliğe karşı Evet” demiyor mu o reklam! Utanmadan, sıkılmadan, ar damarı çatlamış gibi. Sanki Halis’in ölmemesi için HSYK’nın yapısının iktidar partisi lehine değiştirilmesi mecburmuş gibi. Kafamıza silah dayayıp, “HSYK’ya adam sokmamıza izin vermezseniz Halis ölür!” der gibi. “Bizim işimiz HSYK ile, yoksa Ömer’i unutun!” der gibi. “Türkan Hanım elimizde! Gidip evet oyu atmazsanız gerisini siz bilirsiniz” der gibi...
AYAR ÇEKME MECBURİYETİ
Ben bu Allah’ın belası kavgaya girmezdim de onları bırakamam. Düşmanım olan politikalar tarafından düşman olarak ciddiye alınmıyorsam boykot ettiğim için, bırakırım bu temiz pozisyonu, kirlenirim. Kimse bana, “MHP ile aynı noktadasın” zırvasını sıkmasın. Ben de onlara, “Hrant’ın kanına girenlerle, cinayeti savunanlarla, ‘Teröristler sünnetsiz’ diyenlerle aynı yerdesiniz” derim. “Ömer’in, Halis’in kanına girenlerle aynı yerdesiniz” derim. Diyarbakır’da “Kadın çocuk, gereği neyse yapılacak” diyenlerle... Orada da durmam, “Enayi yerine konmaya evet denmez” derim.
Anayasa değişikliğinden sonra neyi ne yapacaklarını ayrıntılarıyla anlatanlar bir kerecik şu 12 Eylül faillerini nasıl yargılayacaklarını niye anlatmadılar? Bunu sorarım. Daha da bin tane cümle kurarım. “Boykotla bu işin içinden sıyrılamayacağımız ortaya çıktı arkadaş!” derim. Yoksulun, açın, işçinin, Kürt çocukların düşmanı beni düşmanı olarak görmüyorsa, onu yeterince sinir etmiyorsam duruşuma ayar çekmem gerekir diye düşünürüm. Hayır çıksa daha demokratik bir ülke olmayacak burası, evet çıksa da. Bari enayi yerine konmayalım derim! Hayır derim, size de tavsiye ederim...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.