Bir süredir, bir ‘üst akıl’ söylemi aldı başını gidiyor. Malum, hayat, dolayısıyla hayatın tüm alanları ve tabii siyaset karmaşıktır; insan bu karmaşıklığa anlam vermek için akıl yürütmek adına çabalar durur. Daha doğrusu, çabalasa iyi olur. Yoksa akıl, kolaycılığa sığınıp sığlaşır. ‘Üst akıl’ gibi kavramların önünü açan, toptancı, komplocu, propagandist zihniyet böylesi bir kolaycılığın ürünüdür.
İşin başka bir boyutu da var. İnsan kendini sorgulamak ve sorumluluk yüklenmekte kolaycılığa kaçmaya temayüllüdür. Komplocu, sığ, propagandist düşünme biçimleri aynı zamanda bu türden bir kolaycılığın ürünüdür.
Dünyayı ‘gizil’ mekanizmaların idare ettiği fikri, her şeyi bu gizil güce bağlayarak kolayca izah etmenize yardım ettiği gibi, sizi kendinizi sorgulamaktan ve sorumluluk yüklenmekten kurtarır. ‘Ne lüzüm var acaba yanlış bir şeyler mi yapıyoruz diye canımızı sıkmaya’ der, bizden başka herkesi, Berkin Elvan adlı çocuktan, ‘dünyayı yöneten üst akıl’a kadar herkesi ve her şeyi mesul tutarız olur biter. Olan biten budur.
Diğer taraftan, komplocu, propagandist, kısa devre akıl yürütmeler modern dünyaya mahsustur. Zira, bir yandan dini düşünce kalıplarının geri çekilmesi, diğer yandan hayatın karmaşıklaşmasıyla bizi baş etmesi zor bir halle başbaşa bırakır. Modern dünyada akıl fazlasıyla merkezidir ama yeni anlam dünyaları inşası alabildiğine zordur.
Verimli zemin
Tam da bu nedenden, modern tarihin krizli dönemlerinde ‘komplo’ bir kurtarıcı olarak öne çıkar. Nazi Almanyası, 1’inci Dünya Savaşı’ndan hezimet ve öfkeyle çıkan Almanya’nın, meseleyi ‘Yahudi komplosu’na indirgemeye savruluşunun eseriydi.
Batı karşısında tarihi bir yenilgi duygusunun hakim olduğu Batı dışı toplumlarda ve tabii Müslüman nüfuslu coğrafyada da, benzer bir ‘gurur yarası’ ve ‘öfke nöbeti’ hala aklı gölgeleyen komplocu, toptancı, kestirmeci zihniyete savrulmak açısından verimli bir zemin oluşturuyor.
Yok, dünyanın geri kalanını ‘modern medeniyet’ üst iddiası ve her türden sömürünün alanı olarak ezip geçen Batı’nın yükselen güçleri masum değildi. Zaten mesele, masumiyet meselesi de değildi. Batı karşısında eziklikten bir türlü sıyrılamayan toplumlarda yönetici ve entelektüel seçkinler önce bu ezikliği Batı’yla özdeşleşme gayretiyle aşmaya çalıştılar.
Diğer taraftan, Batıcılık ve dahi modernlik karşıtı tepkiler de bu eziklik duygusunu aşmanın yolunu, başımıza gelen tüm fenalıkları, merkezinde Batı’nın bulunduğu ‘gizil bir güç’e atfetmekte buldu. Bizim de içinde bulunduğumuz Müslüman ülkeler, toplumlar bu türden bir marazla malul halde.
Sadece öfke değil
Bu durum, sadece bir türlü dinmediği için bizi sağlıklı akıl yürütmekten uzak tutan bir öfkenin eseri değil. Aynı zamanda, sorunlarla yüzleşmek ve sorumluluk yüklenmekten kaçınmanın işareti.
Tam da bu nedenle, komploculuk, propagandist Batı karşıtlığı son dönemlerde, iktidar mahfillerinde giderek daha fazla öne çıktı, çıkıyor. Utanmasalar, ‘Bir üst akıl bizi zor durumda bırakmak için madenleri göçertiyor, asansörleri düşürüyor’ diyecekler.
Aslında bu akıl, böyle bir akıl ama, aynı akıl yürütmeyle ‘Alevileri Batılılar kışkırtıyor, Gezi bir Batı komplosuydu’ deyince alıcısı çok oluyor. Bunlar düne kadar Alevi’nin pişirdiğini yemeyen, sol hareketleri ‘Moskof yanlısı anarşist hainlerin işi’ olarak kabullenegelmiş muhafazakar kesimin zihin ve duygu dünyasında fazlasıyla yankı bulabiliyor.
‘Siyonist’ veya ‘yeni Haçlılar’ iması taşıyan ‘üst akıl’ kavramı, muhafazakar, İslamcı cenah için pek tanıdık bir akıl yürütme biçimi. Öyle olduğu için, Türkiye’nin başına gelen ve gelme ihtimali bulunan tüm fenalıkların sorumluluğundan sıyrılmanın en kabul görür, dolayısıyla en kolay yolu.
Sarraf’ın nakitiyle mi İslam dünyasına öncülük?
Belli ki bazısı sahiden söylediğine inanıyor. ‘Türkiye İslam dünyasını yeniden ayağa kaldıracak kadar güçlendiği ve bu yola girdiği için her koldan saldırıya maruz aklıyor, bir üst akıl bu gidişatı önlemek için devreye girdi’ diye düşünüyorlar.
Kim kime nasıl darbe yapmak için bu yolsuzluk dosyalarını ortaya saçtı bilemem ama Rıza Sarraf’ın aracılık ettiği nakit akışıyla mı İslam dünyasına öncülük edilecekti? Rezil bir darbeye maruz kalan Mısır’ın ekonomisini, ABD yardımı kesilirse Türkiye mi ayağa kaldıracaktı?
Hem sahi, madem İslam dünyasının liderliği ufukta gözüktü, Suriye’de Esad’ı devirmek için bunca hevese karşın sonunda iş gelip ABD’yi askeri müdaheleye ikna etmek için dil dökmeye kalmadı mı? Kıbrıs açıklarına giden Türk donanması dünyaya meydan okuyacak halde de Akdeniz’in yeniden fethini ‘üst akıl’ mı engelliyor?
Ya faşizme ya çözülüşe
En acıklısı, iktidarı desteklemek adına büyük tezler üreten bu arkadaşların söyledikleri ne ‘Yeni Türkiye’ye ne de ‘Yeni Türkiye’nin Batı’yı güya korkutan yükselişine dair. Onlar, her otoriter rejimin belli bir safhada ileri sürdüğü çok sıradan tezlerin Türkiye’ye ve bu döneme uyarlanmış halini sayıklamakla meşgul.
Otoriterleştikçe düşünce sefaletine düşen tüm toplumlarda, bu söylemlerin çok benzeri tarih boyunca hep öne çıktı, halen çıkıyor. Tüm benzer örneklerde, otorite mutlaklaştıkça, önce kendini ‘yüce bir amacın sahibi’ diye takdis ediyor, sonra her sorunu kendisine karşı bir komplonun parçası olarak takdim ediyor, nihayet gücüne itiraz eden herkesi bu komplonun, şebekenin bir parçası, harici ve dahili düşman ilan ediyor.
Bu, otoriterlikten ya faşizme ya çözülüşe giden yolun çok bildik, çok sıradan bir merhalesi. (diken.com.tr)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.