Ne adını biliyorum ne de tam olarak kaç yaşında olduğunu. Babası yakılarak öldürülen beş çocuktan biriydi o, belki en küçüğü. Türkçe bilmeyen annesi perişan bir şekilde ağlarken kamera yüzlerinde dolaşıyor çocukların. Onun bakışlarında hayrete baskın çıkmış ürkek bir ifade var ve yüzünün rengi de bir hayli soluk. Bu olanlar, aklının alabileceğinin çok üzerinde: İstanbul’da işçi olarak çalışan babası ruhunu şeytana satmış bir sermaye tapınıcısı tarafından kurban olarak seçildi. Bir yılı biraz geçti bunlar yaşanalı. Hiç unutulmaz sanılan vakalardan biriydi. Unutuldu neredeyse. Ben de mutlaka yazmalıyım bir çocuğun bakışlarındaki taşıyamayacağı kadar ağır ifadeyi, diye not almıştım bir kenara.
Aradan üç bayram geçti, ürkek bakışlı açocuğun annesi altıncı çocuğunu doğurdu bu arada, babası kara toprağa karışırken.
Muhakkak ki hatırlayacaksınız kısaca söz ettiğimde; hiç unutmuş olmamanız da mümkün. Adam müflis bir işadamı; dünyaya servet sahibi olmak açısından bakıyor; hayata da, ölüme de. Ailesini yaşama standartlarına düşme olmasın diye, beş çocuk sahibi bir işçiyi kurban olarak seçiyor. Dört ayrı şirketten dört ayrı hayat sigortası yaptırtıyor. Yanık bedeni kendi bedenini andırabilecek görünüme sahip bir işçi arıyor pazarda; üstelik de Ramazan Bayramı günlerinde. İşçilerle konuşuyor, biriyle anlaşıp vazgeçiyor sonra, nihayet o talihsiz adamda karar kılıyor. Sözde bir haftalığına, şehir dışında kiraladığı villanın bahçe işleri için kiralıyor onu. Boğacak, öldürecek, yakacak, ardından yanına kimliğini bırakarak kayıplara karışacak. Sigorta memurları da onu kendisi sanarak, ailesine bir servet değerinde ödeme yapacaklar.
İşçinin yanık bedeninin gerisinde herhangi bir insan yok sanki; çocuklar, hamile bir eş, güçlüklerine rağmen türlü ümitlerle geleceğe açılan bir hayat yok. Müflis işadamı için dünya neye mal olursa olsun yeri doldurulması gereken yitik serveti ve ailesinin korunması gereken konforundan ibaret. Hayatı yığılmış servetin gücüne güvenerek yaşamaya yönlendirilmiş zihin, başka türlü varoluş ve mutluluk imkânlarına kapalı. Helal-haram kavramlarını ise çoktan unutmuş.
Katilin ne Hobbes okuduğunu biliyoruz, ne de Kubrick filmi seyrettiğini. Bir baba, aile babası, bir eş olarak taşıdığı sorumluluk duygusuyla başka bir ocağı acıyla tutuşturmak önemsiz görünüyor ona. Ne de olsa amele pazarında işçinin bini bir para. O işçilerin her biri kargaşa ortamında pekâlâ kim vurduya gidebilir ucuzlukta bir cana sahip görünüyor. Gözünü öylesine hırs bürümüş ki yanık bedenin kimliğinin DNA testiyle de araştırılabileceği aklına bile gelmiyor.
Katil yakalanıyor. Her şey bitmiyor, geçmiyor, iz bırakıyor, en çok da çocuğun yüzünde. Onun zihni bütün bu olanları algılayabilmek için çok taze, tedbirsiz. Bu nedenle de bakışları ve yüzü hayreti kaydederken ürküntü baskın çıkıyor; bir daha silinmeyecek şekilde.
Sanki o ürkek bakışlı çocuk babasını yitirmeden çok önce topraklarımızda tartışılamaz bir vesayet hakkıyla iradesini bildiren devlet baba tarafından terk edildiğini duymadı mı bir şekilde... Kayıtsız-şartsız yetke talep eden bir babalığın yerinde yakıcı bir rüzgârın estiğini duymadı mı...
Parçalanmış bedenini annesinin eteklerine topladığı küçük Ceylan da işte o ürkek bakışlı çocuklardan biriydi; fotoğrafı gözlerimin önünde.
Bu çocukların bakışlarında yer etmiş olan aslında, her türlü felaket haberine hazırlatılmış bir çocuk bilinci. O kara haber şimdi gelmek üzere, yarın gelecek. O yanlış kelime şimdi yükseldi dilinden, yarın da yükselebilir. Patavatsız olup da cezalandırılmamanın yolu suskunluğu seçmek, veya pot kırmamak için saf değiştirmek; nefret ettiğinin hışmından, aşırı bir hayranlık gösterisi sergileyerek kurtulmak, böylelikle diline, kültürüne, giysilerine aşağılayan nazarlarla bakanların safına katılmak.
Kendini gizlemeye gönül indirmeyince de bir damgayla susmaya, inzivaya, gönüllü sürgünlere zorlanmak...
Ah bizim bayramlarda bile konforumuzu bozmaya yanaşmadan öylesine boşluğa savrulan –politikacı cümlelerini hatırlatan- dileklerimiz, temennilerimiz! Ne gerektiği kadar tamamlanmış, ne de olabileceğimiz kadar mükemmeliz. Trajedi devam ediyor. Düğünler ve yaslar iç içe geçerken insan olmaya devam ediyoruz, İnsan Suresi’nin birinci ayet-i kerimesine göre: “İnsanın üzerinden henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?”
O çocuğun bakışlarındaki ürkek ifadeyi silip götürsün şimdi bayram günleri, dileğim, duam bu.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.