Geçenlerde bir aktarda alışveriş yaparken gözüme, “unutkanlığa birebir” diye reklamı yapılan bir tür kuru üzüm çarptı, denemek istedim. Dükkan sahibi, tarikat ehli bir dostumdur; bir yandan kuru üzümleri kesekağıdına doldururken diğer yandan “Unutmak Alalh’ın insanlara bahşettiği büyük bir lütuftur” diyerek kendi ekmeğiyle oynuyordu. “Yaşadığımız onca mutsuzluğu, acıyı unutamasaydık ne olurdu halimiz!” diyen dostuma ne cevap vereceğimi bilemedim ama o günden beri onun sözleri hep aklımda; hatta birçok kez unutma-hatırlama ikilemi üzerine yazmayı düşünüp erteledim, nasip bugüneymiş.
Unutma-hatırlama-hatırlatma konuları üzerine yazmak kesinlikle fantezi değil zira siyasi gündemimizin ana ekseninde geçmiş; geçmişte yaşanan acılar; bunların sorumlularının saptanıp cezalandırılması; mağdurların zararlarının karşılanması; özür-af gibi konular var.
Devletin Dersim katliamı nedeniyle özür dilemesi bu açıdan bir dönüm noktasıydı. 12 Eylül darbecilerinin yargılanma sürecinin başlaması da keza öyle. Sırada 28 Şubat, 27 Nisan gibi müdahalelerin olduğu söyleniyor ki olacağa benziyor. Şahsen tarihimizin bütün kara dönemleriyle hesaplaşılmasından yanayım, ama bu tepeden tırnağa bir hesaplaşma olmalı. Yani 12 Eylül’ün hesabı sadece Kenan Evren ve birkaç generalden sorulmamalı. Bugün “emir kulu” olma gibi bir bahanenin arkasında kendilerine dokunulmazlık sağlamak isteyen her türlü cunta işbirlikçisi de kapsama alanına alınmalı.
Bu bağlamda Ergenekon soruşturmasının bir türlü Fırat’ın doğusuna taşınamaması örneğini hatırlatmak şart. Yargılanan birçok ismin Güneydoğu’daki yargısız infazlarla doğrudan ya da dolaylı ilişkisi iddiaları ortadayken davanın bu yönde geliştirildiğini görmüyoruz. Öyle ki Diyarbakır’da peş peşe kafatasları çıkarken, bunlarla bağlantılandırılan JİTEM’in kurucusu olmakla övünen bir kişi televizyonlarda canlı yayınlara çıkıp herkese küfürler edebiliyor, dezenformasyon faaliyetlerini sürdürebiliyor.
Van, Uludere...
Türkiye öyle bir ülke ki yaşadığımız onca şeyi aklımızda tutabilmek için yazının başında sözünü ettiğim kuru üzümden her gün avuç avuç tüketmemiz gerekebilir! Yaşandığında gerçek anlamda şok etkisi yaratan nice olay bir-iki gün içinde yeni şokların etkisinde unutulup gidiyor. Örneğin eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ne zamandır içerde. Devleti yönetenlerin baştaki “tutuklu yargılanmasın” ve “Yüce Divan’da yargılansın” çıkışlarının birer talimat değil temenni olduğunu, yargının bunlara kulak asmamasıyla öğrenmiş olduk ve o andan sonra da Başbuğ’u, dün iddianamesi ortaya çıkana kadar unutulmaya terk ettik.
Türkiye’de halkın genellikle unutmaya meyyal olduğu söylenir, bir de buna egemen güçlerin toplumun hafızasına yaptığı iradi müdahaleleri eklerseniz durum daha da vahim bir hal alıyor. Örneğin Van depremi, daha doğrusu depremzede Vanlıların bu ağır kış koşullarında nasıl bir yaşam mücadelesi verdiği konusunda kapsamlı bilgilendirmelerden yoksunuz. İstisnaları hariç tutarsak, medyanın belli bir aşamadan sonra Van’a yönelik ilgisizliğinin, bu dramın toplum tarafından olabildiğince hızlı ve sorunsuz bir şekilde unutulmasına zemin hazırladığını rahatlıkla ileri sürebiliriz.
Benzer bir şekilde Uludere Roboski faciasının, buram buram dezenformasyon kokan “haber” ve “analiz”in, bir de tabii siyasetçiler arasındaki polemiklerin malzemesi olmadan öteye gidememesi de son derece düşündürücü ve hüzünlendirici. Devletin Dersim konusunda gösterdiği özür bonkörlüğünü bu kez göstermemesi, sadece “derin üzüntü” ve maddi tazminatla yetinmesi de bu facianın neden unutulmaya terk edildiğini anlamamızda yardımcı olabilir.
Bu yazıyı şöyle bitirelim: Unutmak gerçekten Allah’ın bir lütfu olabilir, ancak biz kullar da bazı şeyleri unutmamak, unutturmamakla mükellefiz.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.