• BIST 9656.5
  • Altın 3002.717
  • Dolar 34.5123
  • Euro 36.1711
  • İstanbul 9 °C
  • Diyarbakır 8 °C
  • Ankara 2 °C
  • İzmir 10 °C
  • Berlin 12 °C

Üniter devlet, İslâm'ın şartı mıdır?

Hilal Kaplan

Son birkaç haftadır, önemli bir tartışma dipten ve derinden devam ediyor. Muhterem Hayrettin Karaman Hoca'nın iki köşe yazısıyla ("Bölünmeye giden yol kapatılmalıdır" ve "Tefrika savunulamaz") vesile olduğu tartışmada savunduğu ana argüman federasyon gibi yerinden yönetim biçimlerinin Müslümanların bölünmesine sebep olacağından hareketle caiz olmadığı, hatta savunmakta ısrar edenlerin de cezalandırılması yönündeydi.

Kerkük'ün Irak'tan ayrılarak Kürdistan'a bağlanmasıyla ilgili Prof. Dr. Abdulkerim Zeydân'ın fetvasını hatırlatan Karaman Hoca, federatif düzenin tartışılabileceğini söyleyenleri de "insan hak ve hürriyeti havarileri" diyerek küçümsüyor. Zeydân'ın fetvasından alıntıladığı bölümse şöyle:

"Federatif veya bölgesel sistem adı altında Irak'ın bölünmesi, izalesi farz olan bir münker (meşru olmayan bir tasarruf)tur. Bunu yapmak isteyenlere fiil, söz, destek, övgü, finansman vb. şekillerde yardımcı olmak caiz değildir. Hatta bunu yapanlarla ilgiyi kesmek, onlara karşı protest tavır takınmak gereklidir. Bu teşebbüs (tefrika, ümmetin birliğini bozmak) büyük günahlardan olduğu için teşebbüs edenlerin tazir çerçevesinde cezalandırılmaları meşru olur."

Bu fetvanın ilmî boyutuyla ilgili tartışmayı ilim ehline havale ederek, mevzunun sosyolojik boyutuyla ilgili naçiz fikrimi beyan etmek isterim. Fetvanın dayandığı ana ekseni, federatif yapının bölünmeye yol açacağını kati sonuç olarak sunması oluşturuyor. Yer darlığından Irak ve Türkiye örnekleri arasındaki toplumsal farklara değinemiyorum. Ancak yine de bizi "federasyon=bölünme" sonucuna götürecek yeterli bir veri olduğunu kanaatinde değilim. Zira, şayet böyle bir durum olsaydı o zaman bir nevi federatif yapı olan Osmanlı İmparatorluğu'nun 600 yıl yaşamadan çöküp gitmiş olması gerekirdi. Kaldı ki merkezi yönetimi gerektiren ulus devletin üniter yapı formülünü uyguladığımız sancılı yüz yıl boyunca geldiğimiz nokta da ortadadır.

Göz önünde bulundurulması gereken bir başka gerçek, halklar ayrılma/bölünme iradesini gösterdiğinde hiçbir ilmî veya devletli gücün buna engel olmaya kadir olmadığıdır; aynı halklar bir arada yaşamak istediğinde hiçbir ilmî veya devletli gücün buna engel olmaya kadir olamadığı gibi... Örneğin mevcut durumda Kemalist düzenin uyguladığı zulüm politikalarına rağmen Kürtler, Türkiye sınırları içinde Kürt olmayan halklarla beraber yaşama iradesini savunuyorlar. Yapılan araştırmalara göre bölünmeyi savunanların oranı %8-15 arasında değişiyor. Yani anadilde eğitim, yer isimlerinin iadesi veya yerel yönetim özerkliği (federasyon değil) gibi özgürlükler tanınmamış olmasına ve işkenceden faili meçhullere pek çok zulmü barındıran bir tarihî mirasa rağmen Kürtler bir arada yaşama iradesini diri tutuyorlar. Ruhî kopmanın, her zaman somut ayrılıktan önce geldiğini göz önünde bulundurursak bu oldukça olumlu ve sevindirici bir sosyolojik vakıa olarak karşımızda duruyor. Buna Türkiye'nin ekonomik anlamda vaad ettiklerini de eklersek, ufukta böyle bir ihtimalin görünmediğini iddia etmek yanlış olmaz. Ancak hiç kimse kati olara böyle bir ihtimalin gündeme gelmeyeceğinin sözünü veremez. Yalnız böyle bir ihtimalin gerçekleşmemesinin yolunun cezalandırma/ yasaklama pratiğinden mi, yoksa hak ve özgürlüklerin tesisinden mi geçtiğine karar verilmek durumundadır. Ve belirttiğim gibi hangisinin birleştirici olduğuna hükmetmek bağlamında koca bir tarih feyz alınmak üzere önümüzde durmaktadır.

Karaman Hoca yazısını kimsenin itiraz edemeyeceği şu temenniyle noktalamış: "Müslümanlara düşen vazife daha fazla bölünmek, daha fazla çatışmak yerine birleşmek, bütünleşmek, hak ve adaleti birlikte sağlamak için işbirliği yapmak, birlik, dirlik ve düzenimizi bozarak meşru olmayan menfaat devşirme peşinde olanlara fırsat vermemektir."

Peki, birleşmeyi, bütünleşmeyi, hak ve adaleti sağlamak için işbirliğini güçlendirecek işlere Kürt olmayan Müslüman alimler ne kadar katkı sunmaktadırlar? Örneğin 34 gencecik insanın bombalar altında, etleri eriyerek can verdiği bir hadise karşısında kaç Müslüman alim kâlemini oynatma gereği duymuş, yetkilileri göreve çağırmıştır? Yaratılmış her dil gibi Allah'ın ayetlerinden olan Kürtçeye "bilinmeyen dil" muamelesi yapılmasına ilişkin kaç alimimiz bize yol gösterici, içimize su serpen söylemler kurmuşlardır? Devlete emanet edilen hapisteki Kürt çocukları cinsel tacize uğrarken kaç alim hak adına söz almış ve tacizi ortaya çıkaran çocuğun tekrar hapse gönderilmesini esefle kınamıştır?

Kürt halkı, belki de ülkenin geri kalanına nispetle çok daha fazla Allah'ın ipine sarılmış bir halktır. Buna rağmen, dine oldukça mesafeli, yer yer düşman bir hareket bu halkın içerisinde karşılık bulduysa bunda biraz da Müslüman alimlerimizin aynaya bakıp kendilerine sormaları gereken bir yön yok mudur? Bu özeleştiri yapılmadan, "bölücüleri cezalandırmak gerekir" fetvasının kaçınılmaz olarak Kemalist düzenin yok edici tavrını hatırlatacağı akıl edilememekte midir?

Yazdığım her bir cümlenin, öncelikle en hakir bildiğim kendi nefsime yönelik olarak algılanmasını rica ederek bitireyim: Üniter devlet İslâm'ın şartlarından değildir ama zulme karşı çıkmak öyledir. Önce ilk şartı yerine getirelim ki gerisi hakkında söz söylemeye hakkımız olsun.

  • Yorumlar 5
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89