Libyalı İman El Obeydi’yi hatırladınız mı?
Libya’da iç çatışmanın bütün şiddetiyle sürdüğü günlerde, İman El Obeydi isimli kadın, üstü başı perişan bir halde, yabancıların kaldığı Rixos Oteli’ne sığındı ve “Kaddafi’nin 15 askeri bana günlerce tecavüz etti” diye bağırmaya başladı, yabancılardan yardım istedi.
Otelde kalan yabancılar olup biteni anlamaya çalıştılar, aralarında yardıma yeltenenler oldu.
Ama o anda otel garsonlarından biri –dikkat edin Kaddafi’nin askerlerinden biri değil– masanın üstünde duran bir bıçağı kaptı ve “Seni hain, nasıl böyle konuşabilirsin!” diyerek kadının üstüne yürüdü. Bir başka görevli silahını çekti. Nihayetinde kadın yaka paça alınıp bilinmeyen bir yere götürüldü.
Bir kadının yabancılara karşı, kendi ırkdaşları tarafından, tecavüze uğradığını haykırması, yabancılardan koruma talep etmesi, anlaşılan otel personeli Libyalıların ulusal onurunu incitmiş ve kadını hainlikle suçlamalarına yetmişti.
İman’a birkaç askerin tecavüz etmiş olmasının bir önemi yoktu, ama tecavüzün yabancıların önünde ifşası önem kazanmıştı. Bir kadına tecavüz suçu, o anda sanki ortak bir ‘ulusal suça’ dönüşmüştü. İman’a gösterilen tepkinin sebebi, onun ‘haince’ davranıp, bu ulusal suçu yabancıların önünde ve uluorta ‘hayâsızca’ ifşa etmesiydi.
İman El Obeydi olayı ulusal psikolojiler üstüne çalışan bilim adamlarının dikkatini çekti mi, şimdilik bilmiyoruz tabii, ama bana göre bu olay, tıpkı Asperger ve Stockholm sendromu gibi bir sendrom, ve çağımızda ‘ulusal sırların ve suçların’ olduğu gibi muhafaza edilmesini isteyenlerin tanınması için de son derece önemli bir sendrom.
Dünyada, Asperger, Stockholm ve Vietnam Sendromu gibi sendromların keşfedilmesi, sendroma yakalananların tedavi edilebilmesi bakımında son derece faydalı sonuçlara yol açmış ve tedaviyi kolaylaştırmıştır.
Dikkat çekici olan, sendromların belli başlı olanlarının, savaşın ve çatışmaların geçtiği bir ülke, ya da coğrafya adıyla anılmasıdır.
Amerikan askerlerinin yakalandığı Vietnam Sendromu böyle bir şey, sonra Avrupa’da Gabar Sendromu adıyla keşfedilen yeni bir sendromdan da söz ediliyor. Gabar Sendromu’na, herhangi bir çatışma sonucu yaralanan ve tedavi amacıyla Avrupa’ya giden eski gerillalar arasında rastlanıyor. Gabar Sendromu’na yakalanan kişilerin gece binaların içinde uyuyamadığı, dağları özlediği ve gidip parklarda toprağın üstünde uyuyarak sabahladıkları söyleniyor.
Hatırlayacaksınız, Dersim hadisesi tartışma gündemine oturduğunda, akla Stockholm Sendromu gelmişti. Sanırım bu tartışmalar Türkiye geçmişiyle yüzleştikçe bir şekilde sürecek.
Çünkü mazlumun, kendisine zulmedenin mikrobunu kaptığı ve kendi celladına âşık olmaktan bayağı haz duyduğu bir ülke burası..
Hans Asperger’in 1944’lerde keşfettiği ve kendi adını taşıyan Asperger Sendromu, bir türlü sosyalleşemeyen çocukların psikolojilerini anlamayı sağladı. Bu çocuklar aşırı ölçülerde kuşkulu davranıyorlar, son derece zeki olmalarına rağmen, yaratıcılıklarını engelleyen davranışlar gösteriyor, “Nasılsın” diye sorulduğunda, çocuk bu soruya, “Bunu neden öğrenmek istiyorsun?” diye cevap veriyordu.
Stockholm Sendromu, özetle, kendi celladına âşık olmak diye tanımlanan bir sendromdur, ama bana kalırsa Stockholm hadisesinden çok önce zaten var olan bir sendromdu, sadece keşfedilmeyi bekliyordu. Stockholm’de 1970’te yaşanan bir banka soygunu teşebbüsüyle beraber keşfedilen bu sendroma gelinceye kadar, toplama kampları yaşanmıştı, ve burada da celladına âşık olan insanların hikâyeleri anlatılıyordu.
Charlotte Rampling ve Dirk Bogarde’ın başrollerde oynadığı ve bu konuyu anlatan film, Gece Bekçisi adını taşıyordu.
İman El Obeydi Sendromu, Stockholm Sendromu’ndan daha fena bir sendrom gibi görünüyor. Son derece de güncel.
Suriye’yi, Libya’yı, hatta Saddam’ın Irak’ını bu sendrom çerçevesinde bir yere koymak mümkün.
Bu ülkeleri yöneten diktatörler, yıllarca, kendi halklarını istedikleri gibi ve hiçbir hukuka bağlı kalmaksızın yönettiler.
Arada bir tekrarlanan katliamlarla, insanlar korkutuldu ve susturuldu, tecavüz ve işkencelerin, kanlı siyasi hesaplaşmaların, birer ‘ulusal sır’ olarak kalması sağlandı.
Sırları ifşa etmeye yeltenen mağdur yakınları, aydınlar ve gazeteciler bu ülkelerde peş peşe gerçekleşen suikastlara uğradılar ve öldürüldüler.
21. yüzyıl, bu bakımdan, halklarıyla bu şekilde ‘başbaşa’ kalmak ve dünyaya karşı özerk ve ayrıcalıklı yaşamak isteyen diktatörlerin, insanlığa meydan okumalarıyla tanımlanacak gibi görünüyor. Bu meydan okumanın Libya’da ve Suriye’de giderayak binlerce insanın ölümüne yol açtığı da bir gerçek..
Doğrusunu isterseniz, İman El Obeydi Sendromu ve Stockholm Sendromu, Kürt aydınları ve toplumu içinde de etkili olan bir sendrom.
Çok şükür, henüz hükümdar olmuş bir diktatörümüz yok, ama hükümdarlığa giden yolu açık tutmaya meyilli, her türlü ‘ulusal tartışmayı’ yasaklayan, maalesef çok sayıda ‘ulusal garsonumuz’ ve ‘ulusal bekçilerimiz’ var.
Bunlar, Rixos Otel’de İman El Obeydi’yi susturan Libyalı garsonlar gibi davranıyorlar.
‘Ulusal siyaseti’, bu siyasetten sorumlu olması gereken aydınları tartışmayı bir kabahat, hatta ihanet olarak görüyorlar.. Ellerine bir şeyler almışlar ve hemen herkese, “gün bugündür, safını belirle” çağrısı yapıyorlar.
Şimdi tam da bu safını belirleme devrinde ben tutup hadi gelin, biraz iç meselelerimizi konuşalım, evin içinde olup bitenlerle yüzleşelim, bu bizi barışa yakınlaştırabilir, demeye gelen yazılar yazıyorum.
Keyfimden de değil bu yazılar..
Kızım ve oğlum yaşında gençler kurşunlanıp öldükçe, Hiwa’nın ve Zerdeşt’in gözlerinin içine bakamaz hale geldiğimi görmekten ve vicdanımın verdiği huzursuzluktan..
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.