Suriye’deki kanlı saldırının ayrıntılarını okurken en çok “Ulusal Güvenlik Kurulu” sözü dikkatimi çekti.
İntihar bombacısı, aralarında Suriye diktatörü Esed’in eniştesinin de bulunduğu “üst düzey güvenlik bürokratlarının” yaptığı “Ulusal Güvenlik Kurulu” toplantısını seçmişti hedef olarak.
Bir ülkenin başı “belada” olduğu için mi “Ulusal Güvenlik Kurulu” türünden kurulları olur yoksa “ulusal güvenlik kurulları” olduğu için mi başı belaya girer?
Bütün baskıcı yönetimler gibi Suriye yönetiminin de “güvenliğe” çok önem verdiği, geniş ve güçlü bir istihbarat ağına sahip olduğu, hem ordusunu hem de “gayrıresmî” milislerini “muhalifleri” öldürmek için kullandığı biliniyor.
Üstelik bu, yıllardır böyle.
Belayı önledi mi?
Hayır.
Aksine belayı büyüttü bence.
Ülke hızla iç savaşa gidiyor.
Daha da beteri Suriye’de yaşananlar artık sadece Suriye’nin meselesi değil.
Dünya devlerinin çarpıştığı bir arenaya dönüştü Suriye.
Bu ülkenin kaderine artık sadece bu ülkede yaşayanlar değil, dünyanın güç dengesi karar verecekmiş gibi gözüküyor.
Böyle baktığınızda Suriye yönetiminin kendi ülkesindeki egemenliğini kaybettiğini, ülkenin kaderini belirleme yetkisini kaptırdığını da görüyorsunuz.
“Ulusal Güvenlik Kurulu” var ama ülkenin geleceği “uluslararası” güçlerin elinde.
Esed, ülkenin kaderini belirleme yetkisini kendi halkıyla paylaşmayınca, o “yetki” başkalarının eline geçti.
Sanırım bu durum, içinde yaşadığımız dönemin de özelliğini belirliyor, eğer yöneticiler bir toplumun geleceğini “Ulusal Güvenlik Kurullarının” alacağı “güvenlik” önlemleriyle belirlemeye kalkarsa, o ülkenin geleceği bütün dünyanın meselesi haline dönüşüyor.
Hele bu ülke “kritik” bir bölgedeyse.
Doğrusu ya Esed rejiminin iflah edeceğini sanmıyorum.
“Üçüncü bin yılda” diktatörlüklerin devam etme şansı yok, yıkılacaklar, yıkılmaları kesin de sorun “ne zaman” yıkılacakları.
Bugün Esed’in en büyük muhalifi olarak Türkiye görülüyor, Esed’e karşı verilen mücadelenin en önünde Türkiye var.
Türkiye, Esed’i yıkmak istiyor ama benim okuyup, izleyebildiğim kadarıyla Esed’in “iktidardaki süresini” de Türkiye uzatıyor.
Esed yönetimi biliyorsunuz Şii bir yönetim.
Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar da bu rejimi yıkmak isteyen üç “Sünni” ülke.
Galiba dünyanın geri kalanında, Ortadoğu’daki “Esed karşıtlığını” Sünniliğe bağlayan epeyce insan var.
Onlar, Esed’i yıkmak isteyen “üç ülkenin” amacının “demokrasi” değil “Sünniliği” yaymak olduğunu düşünüyorlar.
Bu, onları korkutuyor ve Esed’in yıkılmasını isteyen Batılılar bile işi ağırdan alıyorlar.
Ortadoğu’da bir Sünnileşme hareketi, radikal bir mezhepçiliğin yaygınlaşması onlara Esed’in yönetiminden daha tehlkikeli gözüküyor.
Batı, Ortadoğu’nun demokratikleşmesini, gelişmesini, dünya ekonomisinin içinde yer almasını, “globalleşmesini” istiyor.
Sünnileşmek, radikalleşmek, Ortadoğu’yu dünyaya katacak gibi değil aksine dünyadan iyice koparacak ve bu bölgeyi yeni çalkantılara sokacak gibi görünüyor onlara.
Aslında bu Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerin epeydir peşinden gittiği bir amaç.
Onlar dünyayı o kadar da tedirgin etmiyor.
Ama Türkiye gibi bir ülke de iç ve dış politikada “Sünnileşince” endişe artıyor.
Türkiye bu bölgenin en büyük, en etkili ülkelerinden biri, dahası ağırlığını hangi tarafa koyarsa o tarafın gücü çok büyük ölçüde artabiliyor, Türkiye “demokrasi” dediğinde bölgenin demokratikleşmesi, Türkiye “Sünnilik” dediğinde bölgenin radikalleşmesi çok mümkün.
Türkiye yönetiminin içerde gittikçe artan “Türk-İslam sentezi” vurgusu, dışarda Şii Esed’e karşı çıkarken Sudan’ın “soykırım sanığı” Sünni diktatörüyle askerî anlaşmalar imzalaması, herkesin gözünü kulağını açmasına neden oluyor.
Esed’i yıkmak isteyenler bile frene basıyor.
“Demokrasi” yerine “güvenliği” koyan Esed bu anlayışıyla siyasi geleceğini bitiriyor ama “demokrasi” yerine “Sünniliği” koyan Türkiye de onun iktidardaki günlerini uzatıyor.
Demokrasiden uzaklaşan gücünü kaybediyor.
Ortadoğu’yu demokrasiye taşıyacak “lokomotif” olarak görülen Türkiye’nin demokrasiden uzaklaşması onun Ortadoğu’daki gücünü her gün biraz daha azaltıyor, “Sünni bir Türkiye’yi” ne Batı, ne güneyimizdeki İran, Irak, ve Suriye’den oluşan “Şii kuşağı” ne de Rusya istiyor.
Onun için Türkiye’nin önündeki barikatlar yükseliyor, onun için uçağı o kadar rahat vuruluyor, onun için Esed’in siyasi ömrü uzuyor.
Esed iktidarının bir geleceği yok, halkını öldüren biri “güvenlik kurullarıyla” iktidarda kalamaz.
Türkiye’deki rejimin de “mezhepçiliği” demokrasinin önüne koymasının çok uzun sürebileceğini sanmıyorum, ya çok acı çekeceğimiz bir belanın sarsıntısıyla ya da akıllı bir tercihle biz de sonunda demokrasiye sapacağız.
Laf değil, dünya gerçekten değişiyor çünkü.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.