Kültür Bakanı Yardımcısı Prof. Dr. Haluk Dursun, 19 Ağustos’ta, Van’ın Erciş ilçesinde, trafik kazasında hayatını kaybetti.
Prof. Dr. Haluk Dursun ile Son Çağrı gazetesinde birlikte çalıştık.
Aralık 1996-19 Mayıs 1997 tarihlerinde yayınlanan Son Çağrı gazetesi, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi (Refahyol) koalisyon hükümetini destekliyordu.
Aydın Doğan’a ait Doğan Medya Grubu çatısı altında yayınlanan Son Çağrı’da, ben Haber Müdürü’ydüm.
Haluk Dursun da, “Kültür-Sanat Sayfası” yöneticisiydi.
Eylül 1996’da, Yeni Şafak’ta pazar günleri yayınlanan anı-hikaye türü denemelerim, “Süphan Dağı” (doğrusu Sübhan’dır. Üç bin kapağı yanlış basılınca isim böyle kaldı) adıyla Denge Yayınları’nda çıktı.
Şunu gururla ifade edebilirim ki, genellikle Doğu ve Güneydoğu’da geçen anılarımı içeren bu yazılar, gazete okurları tarafından ilgiyle karşılandı.
Timaş ve Denge Yayınları, ayrı ayrı yazıları dosyalayarak, kitap yapma teklifinde bulundu.
Timaş, randevusuna gelmeyince, Denge Yayınları ile anlaştık…
Kitabı, basındaki birçok dost köşelerinde tanıttı,
Ahmet Hakan Coşkun’un Haber Dairesi Başkanı olduğu Kanal 7 de, çok çarpıcı bir program yaptı.
AYAMAMA’YI, DİCLE VE FIRAT’A TERCİH
“Süphan Dağı”nı, Haluk Dursun’a da hediye ettim.
Sağolsun, kültür sayfasında, geniş ufkunu (!) ortaya koyarak değerlendirdi.
“Fırat’a Sevdalıyım” başlıklı yazımdan fazla hazzetmemiş olacak ki, son cümleyi şöyle noktaladı:
“Ayamama Deresi bize yeter, Firat ve Dicle, Rahmetullah Karakaya’nın olsun…”
Yani günümüzde, Başakşehir, Küçükçekmece, Bağcılar ve Bakırköy sınırları içinde kalan kurumuş Ayamama Deresi, kutsal kitaplarda bile adı geçen Mezopotamya’nın can damarı iki nehre tercih edildi…
Biyografisinde tarihçi olduğu da yazılan Haluk Dursun’un bu geniş ufuklu jestine, sadece gülümsedim.
DİYARBAKIRLI KIZDAN BOMBA CEVAP
Haluk Dursun’a, bu unutulmaz “takdir”ine hakettiği cevap ise 18-19 yıl sonra Diyarbakır’da, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde konuşurken, bir öğrenci kızımız tarafından verildi.
21 Ağustos 2019 tarihli Karar gazetesinde yer alan “Haluk Dursun’un vasiyeti” başlıklı yazıda, bu tarihi diyalog şöyle anlatılıyor:
“….Genç bir kız söz istedi. Muhalefet dozu yüksek, heyecanlı bir şekilde, ‘Sizin burada ne işiniz var? Ben, sizin yaptığınız çalışmalara baktım. Siz, Tuna tarihçisisiniz. Sizin hayatınız Tuna’yla geçmiş.
İkinci kitabınızda da Nil… Nil’le ilgili çalışmışsınız.
Sizin hayatınızda Dicle yok. Siz, Dicle’siz bir tarihçisiniz. O yüzden sizin burada bulunmaya hakkınız yok…
Konuşmaya hiç hakkınız yok’ dedi.
KURT İLE KUZU DOST OLUR MU?
Siz, Dicle’nin kuzularısınız ve siz, Dicle’nin kuzuları bize emanetsiniz. (Kim, kimi kime emanet etmiş. Anlamak mümkün değil. R.K.) Haklısınız. Geç kaldık bu emanete sahip olmakta. Ama bundan sonra sizinle hep beraber olacağız ve bu bölgede Dicle’nin, Murat’ın, Karasu’nun, Zap Suyu’nun, Aras’ın kuzularını, çakallara kaptırmayacağız’ cevabını verdim.
Çakallara kaptırmamak için, onlarla hemhal olmak, hemdert olmak ve beraber olmak lazım.”
Acı ölümü haberiyle Kültür Bakanı Yardımcısı olduğunu öğrendiğim Haluk Dursun’un, “Ayamama tercihi!..”nden “hemhal olma” noktasına gelmesi, samimiyse takdire değer…
Ancak bir “Bozkurt” olan Haluk Dursun’un bu itirafına Koca Aşık Veysel’in şu dörtlüğü, kadim bir cevaptır:
Kim okurdu, kim yazardı
Kim, gördüğünü çizerdi
Kuzu, kurt ilen gezerdi
Fikir başka başk olmazsa…
GAP TURUNDA RUHSUZ BİR YAZI
Taksim-Hacıosman Metrosu’nda, adı rahmetli Çelik Gülersoy’la bütünleşen TURİNG’in şimdilerde başkanı olan Bülent Katkak’a rastladım.
Elinde bir tomar dergi vardı. İki tanesini bana verdi. İnceleyip fikrimi bildirmemi istedi.
Özellikle sanatçı Bülent Ersoy’u hacca götürme haberiyle gündem olan şirketi adına çıkarttığı dergide, Haluk Dursun’la GAP’a ve Balkanlara yaptıkları iki gezinin röportajı dikkatimi çekti.
Balkanlar’dan, Diyarbakır’dan, Urfa’dan, Mardin’den çarpıcı fotoğraflar vardı. İmza, Bülent Katkak’a aitti.
Ama Haluk Dursun’un kaleme aldığı Balkan izlenimleri abartılı hamasetle süslüyken, GAP metni, çok ruhsuz geldi bana.
Bölgenin çocuğu olmam, Yaşar Kemal’in “Bu Diyar Baştan Başa” adlı seri röportajları ile Fikret Otyam’ın “Gide Gide”lerini defalarca hazmederek okumamın, belki bu duygumda payı var ama gerçekten heyecan duymadım.
Bu duygularımı, bir mektupla derginin adresine de gönderdim…
Geriye dönüş olmadığı için de rahmetli Dursun’un haberdar olup olmadığını öğrenemedim.
“SÜPHAN DAĞI” SAKINCALI
Prof, Dr. Haluk Dursun’un benimsemediği ikinci kitabım “Süphan Dağı”, 1997’de 28 Şubatçıların gazabına uğradı.
Onların kurduğu Batı Çalışma Grubu, listenin başında “Süphan Dağı” olmak üzere bazı kitaplarını sakıncalı bularak, Denge Yayınları’nı, Sultan Ahmet Camii avlusunda Ramazan ayında açılan “Dini Yayınlar Fuarı”na sokmadı.
Bu yasak, ancak 2 Kasım 2002 seçimlerinde birinci parti olan AKP iktidarı tarafından kaldırıldı.
Bana göre kitabımın sakıncalı görünmesinin esas nedeni, yazılarımda “Kürt”, “Kürt halk hikayesi”, “Kürt destanı” gibi deyimlerin geçmesi, bir iki hikayede Kürtçe diyaloglara yer vermem…
“Süphan Dağı”nı sakıncalı bulan, Son Çağrı gazetesini kapattırarak beni işsiz bırakan 28 Şubatçıların kudretli komutanı, emekli orgeneral Çevik Bir, 13 Nisan 2018’de müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
Ben, kızım Hazal’ı tekerlekli sandalyesiyle gezdirirken, o da günlük yürüyüşünü yaparken, Beşiktaş Sporcular Parkı’nda zaman zaman karşılaşıyoruz.
Her defasında, selamlaşıp şimdi tatlı birer anıya dönüşen iki mağduriyetimi hatırlatmak istiyorum, ama o, bakışlarını kaçırarak yanımdan geçmeyi tercih ediyor.
Ancak Haluk Dursun’un acı ölümünün medyada yer aldığı gün, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş-Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı, Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş-Başkanı Ahmet Türk ve Van Büyükşehir Belediyesi Eş-Başkanı Bedia Özgökçe Ertan’ın görevden alınmaları kötü bir tesadüf oldu.
“Ayamama tercihi” mi, “Vasiyet”teki gecikmiş ihmal ve pişmanlık mı rehberimiz olacak?..
Çünkü bir hukuk devletinde, hakkında mahkeme karar bulunmayan seçilmiş belediye başkanını görevden almak demokrasiye darbedir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.