Fransa'da parlamentodan geçen 'tanınmış soykırımları inkara ceza' yasası, kendimiz üzerine düşünmemiz için çok yararlı bir imkân sundu.
Olayın harareti geçtikçe, serinkanlılık hakim oldukça, bu kısa ve zorlayıcı süreçte Türkiye'nin devlet refleksinin ne denli zafiyet içinde olduğu daha iyi anlaşılacak. Türkiye'nin onurunu korumak üzere attığı ve muhtemelen atmaya devam edeceği adımların, aslında bir çaresizliği ima ettiği ve bizleri bir bütün olarak utanılacak durumlara iteceği daha da açığa çıkacak. Sarkozy'nin kibirli bir özgüvenle kurduğu tuzağın ardında, 'Türklerin' günümüz dünyasının diplomasi dilini beceremeyecekleri ve her zamanki 'iptidai' reflekslere mahkum olacağı varsayımı vardı. Ne yazık ki Sarkozy'yi haklı çıkardık... Argüman olarak söylediğimiz her şey, sadece kendimizi tatmin eden ve bunu yaparken henüz birçok şeyi hazmedemediğimizi gösteren bir hamaset bataklığında eriyip gitti...
Tepkiler henüz sıcakken ve Türkiye kendisini haklı hissederken bu tabloyu fark etmek kolay olmayabilir. Ama sular durulduğunda esas problemin Fransa değil, Türkiye olduğu kanısı çok daha yaygınlaşmış olacak ve belki de bu 'şerden' bir 'hayır' çıkararak kendimize karşı daha dürüst olma isteğimizin önündeki son engelleri de yıkacağız.
Oysa bu olay gerçekten de Türkiye'nin olgunluk iddiasının sergilenmesi ve bu mesajın Avrupa'ya iletilmesi için iyi bir fırsattı. Yapılması gereken tek şey, Fransa'yı bu gülünç girişimle baş başa bırakmak ve ironik bir dille Türkiye'nin bu halinin bile ne denli daha çoğulcu olduğunu gösterebilmekti. Örneğin Başbakan, yaz aylarını Türkiye'de geçirmeleri ve düşünce özgürlüklerini istedikleri gibi yaşamaları için Fransız halkına çağrıda bulunabilir ve gerçekten de uçak biletlerinde Fransızlara indirim bile yapılabilirdi. Ancak Türkiye'nin gösterdiği paniğe varan ölçüsüz tavır, Fransa'yı gülünç durumdan çıkardığı gibi, Sarkozy'nin tutumunu neredeyse anlamlı bir 'siyaset' haline getirdi.
Meselenin birçok yönü ve katmanı var... Olayı kendi içinden anlamak gerekiyor ve dolayısıyla kendimize ilişkin tahlile girişmeden önce Fransa ve Avrupa'ya bakmamızda yarar var. Söz konusu yasanın konjonktürel nedeninin Fransa'daki yaklaşan seçimler olduğunu ve oyları gerilemekte olan Sarkozy'nin sosyalistlere bir alan daha kaptırmamak için bu yasa bağlamında ön aldığını herkes biliyor. Ancak burada bir taşla birkaç kuş var... Sarkozy bu yasanın Türkiye'de nasıl bir tepkiye yol açacağını, 'Türkleri' kolayca tuzağa düşüreceğini de hesap etmişti. Çünkü onun hesabı hem Türkiye'nin AB üyeliğini hak eden bir ülke olmadığını göstermek, hem de genelde Müslümanların henüz kendileriyle yüzleşmeyi beceremeyen, 'aydınlanmamış' bir yığın oldukları tezini güçlendirerek seçimlerde sağ oyları kendi üzerinde birleştirmekti. Maalesef Türkiye bu yolda önemli bir hizmet sundu... Sarkozy'nin Gül'ün telefonuna çıkmaması da kendi açısından gayet mantıklıydı. Bu diplomatik saygısızlık tabii ki Sarkozy'ye yapışıp kalacak. Ama o bundan gocunacak biri değil ki! Onun bütün amacı, Fransız toplumuna şu mesajı vermekti: 'Bakın Türkiye Cumhurbaşkanı bile nasıl panik içinde. Biz ise evrensel insanlığın savunucuları olarak onlara boyun eğmiyoruz...'
Bunu kavramak aslında hiç de zor değil. Aynı olayı tersinden düşünelim. Eğer bizim parlamentomuzdan böyle bir yasa geçseydi ve Fransız heyetleri art arda Türkiye'ye gelip görüşmeler yapsalar, Sarkozy telefonun başında bekleseydi, bizim gazetelerimizde şu minvalde manşetler görmez miydik: 'Ayağımıza kadar geldiler' veya 'Kapımızda bekleşiyorlar'... Kısacası bu tür olaylar her ülkede sağcı milliyetçi söylem ve siyasetin ekmeğine yağ sürer. Türkiye'nin abartılı tepkisi de Fransız sağına destek olmakla kaldı.
Öte yandan bu sürece Türkiye'nin dahil olmasında ayrı bir garabet de var: Bu yasa Fransız parlamentosunun Fransız halkını ilgilendiren bir kararı. Bir başka ülkede ifade özgürlüğünün engellenmesinin Türkiye'yi hareketlendirmesi ne kadar inandırıcı olabilir? Buna itiraz olacaksa tabii ki Fransız vatandaşları tarafından yapılmalı. Ama ya onlar da aynı fikirdeyseler ve bu yasayı çoğunlukla destekliyorlarsa? Nitekim Ermeni soykırımı meselesi bugün sadece Ermenilerin veya Ermeni lobilerinin zorladığı bir kanaat değil. Çok uzun zamandan beri, dünyanın birçok Müslüman toplumunu da kuşatan bir biçimde, gelinmiş bir noktadan söz ediyoruz. Zaten tarihçilere bırakılmış olan ve dünya genelinde tarihçilerin binlerce kitap, on binlerce makale yazmış olduğu bir tarihsel olay bu. Dolayısıyla Fransa ifade özgürlüğünü kısıtlasa da, dünya genelinde bu özgürlüğün 'soykırımın inkarı' bağlamında engellenebileceğine ilişkin bir eğilim de mevcut. Dahası bu eğilimin ırkçı geçmişi bilinen ve halen bundan muzdarip olan Avrupa'da özellikle anlamlı bulunduğunu da eklememiz lazım.
Kısacası bu yasa bir yönüyle gülünç ve anlamsız... Ama bir başka yönüyle de ahlaki ve insani bir kaygıya yanıt veriyor... Bu bütünlüğü algılayamayanlar hayatın onlara hazırladığı tuzakları maalesef kendi bataklıkları haline getirebiliyorlar.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.