Çok değil bundan iki yıl önce, 2007 Nisan ayında asker muhtıra verirken, kim, Türkiye'nin gerek toplumsal gerek siyasi dinamikleri itibariyle hızla çıta atlamaya doğru yol aldığını söyleyebilirdi?
Kim ülkenin meşruiyet ve rejim krizlerinden, kapatma davalarından bu kadar çabuk sıyrılabileceğini tahmin edebilirdi?
Sık söylenen sözdür:
Bu ülke güvenlik uygulamaları, dindar-laik tartışması, asker-sivil gerginliği gibi kendi siyasi ve toplumsal dokusunu tahrip eden, enerjisini emen sorunlarından uzaklaşabilirse, “uçuşa” geçebilecek bir ülkedir.
Bugüne uyarlanırsa aslında söylemek istenen şudur:
Yaşlı Avrupa'nın karşısında genç ve dinamik bir nüfus, hareketli bir ekonomi, enerji diyarının tam ortasında etkin bir konum, açılacak alan arayan reel ve mali sektörlere açık bir yatak olan bir bölgenin merkezinde durma, dün krizlerin bugün ise istikrar arayışlarının merkezi olan Ortadoğu gücü olma…
Tüm unsurlar bir araya geldiği zaman (ki geliyor) ve tüm bunlara Türkiye'nin demokrasi yoluyla ürettiği istikrar eklendiği an (ki adım adım ekleniyor), Türkiye uçuşa kalkabilir.
Bugün bu oluyor.
Kuzey Irak'ta oluşan doğal bir durumu, Kürt varlığını içine sindiren, dahası bunu kendi esnek bir politikasıyla, kendi çıkarlarıyla birleştirip, yönlendirmek isteyen bir Türkiye'den söz ediyoruz…
Ortadoğu çok eksenli bir bölge…
Başbakan Bağdat seyahatinden yeni geri döndü.
Bağdat'la yapılan ekonomik anlaşmalar, bu ülkenin yeniden oluşumunda Türkiye'nin oynayacağı politik ve ekonomik rol, çatışmadan uzak bir model oluşturma gücü bir yanda…
Kapalı toplum Suriye'nin kapılarını açan, adeta bu ülkeyi kendi içinde bir reform dizisine zorlayan, Türkiye üzerinden Batı'yla integrasyona iten dış politika öte yanda…
Bunlara İsrail'le, kendi toplumsal eğilimlerinden hareketle mesafe koyan ve kendisini değil İsrail'i zorlayan öncü, siyasi etik açıdan doğru tutum ile İran'ı sınırda tutan bir politikayı ilave ettiğiniz zaman Türkiye'nin Ortadoğu'da bölge açısından taşıyıcı bir güç haline gelmeye başladığını, bunu yaparken kendisini yeniden inşa ettiğini görürsünüz.
Kafkasya'ya dönüp baktığınızda da göreceğiniz benzer bir tablodur:
Ermenistan'la ilişkilerde hamle üstünlüğüyle imajını yeniden kurmaya çalışan, sırtındaki tarihsel yükten arınmayı hedefleyen, enerji bölgesinde istikrarlı ve etkin güç olma yolunda ilerleyen bir Türkiye…
Bunlar silkinen, kendisine güvenli, bu güveni izah edecek güçlü iç dinamiklere sahip bir ülkenin görüntüsüdür.
Nitekim başınızı Batı cephesine çevirdiğiniz zaman bunu daha iyi hissedebilirsiniz…
İlk kez bir Türk yetkilisi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ilk kez geçenlerde, zamanı geldiği zaman AB'ye girip girmeyeceğimizi Norveç'in yaptığı gibi halka danışabiliriz diyordu.
Bu sözlerin ifade ettiği içe kapanmacılık değil, özgüvenli ve en demokratik, en etkin olacağını tercih edeceğini ifade eden bir duruştur.
Şöyle ifade etmek belki daha doğru:
Türkiye son dönemlerde AB'yi memnun eden, hatta şaşırtan bazı adım ve hamleleri, bunlar kendisinden talep edildiği için yapmıyor.
Bunları kendi iç dinamikleriyle ve çıkarları böyle gerektirdiği için gerçekleştiriyor.
Türkiye'nin “ev ödevleri” döneminin geride kalacağı bir dönemin yapraklarını çevirmeye başladık gibi geliyor bize…
Nitekim son İlerleme Raporu'na bakın.
Bu 12'ncisi…
Bu 12. İlerleme Raporu'nda Türkiye sadece eleştirilmiyor, eksikleriyle anılmıyor.
Aynı zamanda yaptıklarıyla, hedefleriyle tanımlanıyor.
Tek bir örnek yeterli:
Bir önceki İlerleme Raporu Ergenekon davasıyla ilgili olarak salt usulsüzlüklere değinirken, son raporda şu cümleler yer alıyor:
“Ergenekon, demokratik kurumların doğru işleyişine ve hukukun üstünlüğüne güveni arttırmak için Türkiye'ye bir fırsat sunuyor…”
Toplumsal değişme, siyasi zıplama sinyalleri üst üste oturuyor…
Uyum sağlamak ve mutluluk duymak gerek…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.