Her köklü değişim bir "etkileşim" işidir, bir etkileşim sonucudur. Son 30 yıl içindeki örnekleri hatırlayalım..,
Sovyetler'in geçirdiği değişim, Berlin Duvarı'nın yıkılması gibi devasa gelişmeler "iç ve dış dinamiklerin en uygun zamanda, bir bütün haline gelmesi"nin sonuçları değil midir?
İç ve dış dinamik bütünlüğü ya da etkileşimi Türkiye açısından hep etkili oldu.
Dış dinamiklerin itmesi ve etkisi ne yönde olursa olsun, iç dinamik unsurları bu etkiyi izlemezse, kendisini ona uyarlamaz ve onu bu yönde davet etmezse istenilen sonuç ortaya çıkmıyor.
Hatta tam tersi durumlar ürüyor.
Örneğin kimi iç yaralar azıyor, "Şarkvari merkeziyetçilik ve ataerkillik" güçleniyor, dış dinamikler salt işlevsel bir katkı maddesine indiriliyor.
Bir ülkede değişimin kalıcı ve anlamlı olabilmesi için sadece ülke içi ve ülke dışı rüzgarların etkileşime girmesi yetmez.
O ülkede "toplumsal gruplar arasındaki ve kurumlar arasındaki ilişkilerin de değişmesi", yumuşaması, tolerans merkezine oturması gerekir.
Aslında bu da yetmez.
Toplum ve kurum arası değişimin oluşması, "her bir toplumsal grubun ve kurumun içinde yaşanan değişmeler"le mümkün olur.
Büyük değişim dalgalarında bu üçlünün birbirini tetiklemesi karşılıklıdır, tetikleme biçimleri ve sıralamaları değişkendir. Ama olmazsa olmaz koşul, bunların hepsinde aynı anda hareket olmasıdır.
Bu gözle Türkiye'ye bakalım...
Dış dinamiklerin etkisini ana hatlarıyla biliyoruz; toplumsal gruplar ve kurumlar arası güç dengelerine ilişkin değişimleri de izliyoruz.
Bu yüzden merceği en az dikkat çeken en önemli noktaya, grup ve kurum içi denge değişikliğine çevirmek gerek. Çünkü değişim oluyorsa bu noktada ve bu nokta sayesinde oluyor, değişim tıkanıyorsa yine bu noktalarda tıkanıyor.
Değişim alanlarına bakalım...
Örneğin laik ve İslami alan ile askeri alan...
İmam-Hatip okulları, başörtüsü ve benzeri konularda Türkiye'de yaşanan her kriz aslında İslami alanda bir değişimi, değişimin doğal sancılarını ifade etmektedir. Bu değişim "laikliğin demokratikleşmesi" istikametindedir. Bugün Türkiye İslami kesimin taşıyıcılığında "seküler toplumsal bir model" üretmektedir, başka bir deyişle İslami kesim kimliğini muhafaza ederek sekülerleşmektedir.
Kim ne derse desin, son dönemlerdeki, uyanan kimlikçi tutumuna rağmen, AK Parti bu çerçevede motor rol oynamakta, İslami kesimin içinden doğan, buna karşılık "siyasetin İslamileşmesi"nin önüne dikilen toplumsal ve siyasal "tabiî bir engel, hatta dönüştürücü işlevi"ni yerine getirmektedir.
Askeri alanda durum şudur:
Siyasete müdahil bir kurum olarak ordu hemen her zaman kendi içinde gerginlikler, tartışmalar yaşamıştır. Bu tartışmalar ve ayrılıklar genel olarak bugüne kadar ordunun siyasete müdahale biçimi üzerine temellendirilmiştir.
Bugün ise bu bölünmelerde "demokrasi fikri" de temel eksenlerden birisini oluşturmaktadır. Demokrasi fikri, siyaset-ordu ilişkileri açısından olduğu kadar, Silahlı Kuvvetler'in kendi iç tanımı ve askerin zihniyeti açısından da devreye girmiş bulunuyor. Henüz başlangıç noktasında olsa da, kırılgan olsa da, bu gelişme yenidir ve son derece önemlidir.
Şehir tiyatroları, Afyon valisi, muhufazakar sanat tartışmaları yaparken, sıkıntılara ve tıkanıklıklara odaklanırken, bunları unutmamak da fayda var...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.