• BIST 9878.16
  • Altın 2954.659
  • Dolar 34.7445
  • Euro 36.5021
  • İstanbul 10 °C
  • Diyarbakır 5 °C
  • Ankara 4 °C
  • İzmir 10 °C
  • Berlin 5 °C

Türkiye’nin Kürdistan hazımsızlığı

Bayram Bozyel

Geçen yazımda, İçişleri Bakanlığı’nca yasal varlığı tescil edilen Kürdistan isimli bir parti (Kürdistan Sosyalist Partisi) tabelasının Manisa Valiliği tarafından hukuk dışı yöntemlerle indirilmesine ilişkin gelişmeleri aktarmış, konu üzerinde detaylı durmayı bu yazıya ertelemiştim.

Soru şu, Ankara’da TC. Yasalarına göre kurulmuş bir Kürdistan partisi neden Manisa’da (ya da başka bir Türk ilinde) yasa dışı muamelesi görür.

Bu sorunun temel nedeni Türkiye’nin Kürdistan’a ilişkin tarihsel hazımsızlığında yatar.

Ama bundan önce Türkiye’nin bir Kürdistan meselesi olduğunun altını çizelim. Türkiye, yüzyıla yakın bir zamandır kendi sınırları içinde bulunan Kürdistan gerçeğini yok sayıyor, burada yaşayan Kürtlerin varlığını inkâr ediyor. Buna karşın Kürt halkı da ulusal demokratik haklarını elde etmek ve ülkesi Kürdistan’da özgürce yaşamak için kesintisiz mücadele ediyor. Türkiye’nin Kürdistan meselesi dediğimiz şey, devletin Kürt ve Kürdistan gerçeğini her türlü gayri insani ve ahlaki yöntemlerle yok etme zihniyetinden kaynaklanan sorundan başka bir şey değil.

Türkiye’nin Kürdistan hazımsızlığı dediğim şey ise; Kürt halkının bin bir emekle ve bölge ve dünyadaki koşulların da etkisiyle elde ettiği yasal ve de facto kazanımlara karşı, devleti yönetenlerin gösterdiği tahammülsüzlük ve bunları etkisiz kılma gayretidir.

Kıran kırana yıllar

Geçmiş bir yana, Kürtler 90’lı yıllar boyunca legal demokratik alanda büyük bir mücadele verdiler, olağanüstü bedeller ödediler. 1990-2000 arası on yıllık süreç bu açıdan zengin deneyimlerle geçirilmiş dopdolu bir süreçtir. Kürt ulusal demokratik güçleri tarafından çıkarılan yüzlerce yayının kapatıldığı, açılan derneklerin kapılarına mühür vurulduğu, kurulan siyasi partilerin kapatıldığı ve bütün bunlardan dolayı binlerce insanın “faili meçhul” cinayetlerle yok edildiği ya da yargılanıp cezalandırıldığı bir dönemdir. Ancak bütün bu kıran kırana mücadeleye rağmen devletin bu dönemde Kürt ve Kürdistan meselesinde yasal ve pratik düzeyde esnemesi oldukça sınırlıdır.

1999 yılında Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylık sürecinden sonra durum yavaş yavaş değişmeye başladı. 2004 yılında AB’nin Türkiye’yi aday üye olarak kabul etmesi bu süreci hızlandırdı. Bu süreci hızlandıran diğer bir faktör de İkinci Körfez Savaşı’ndan sonra 2005 yılında yapılan Irak anayasası çerçevesinde Güney Kürdistan’ın federe statüye kavuşması oldu.

Kürt halkının 2000 yılından bu yana Türkiye’de yürüttüğü mücadele, yukarıda sözü edilen iki önemli dış gelişmenin etkisiyle giderek yasal ve fiil karşılık buldu.

Değişim konjonktürü

Türkiye Kürtçe yayına ilişkin ilk yasal düzenlemeyi 2001 yılında Ecevit Başbakanlığındaki koalisyon hükümeti döneminde yaptı. 2009 yılında bir devlet kanalı günde 24 saat Kürtçe yayın yapmaya başladı. Bazı Üniversitelerin bünyelerinde Kürdoloji bölümleri açıldı. Belirli koşullarla yerleşim yerlerinin Kürtçe isimlerinin iadesinin önü açıldı. Kürtçe, okullarda seçmeli ders olarak kabul edildi vs.

Bütün bu adımlar atıldı atılmasına ama devlet atılan söz konusu adımların gereğini hiçbir zaman ciddiyetle getirmedi. Tersine bu tür adımların içini boşaltmak ve etkisiz kılmak için elinden geleni yaptı. Söz gelimi bir yanda Artuklu Üniversitesi’nde mezun olan binlerce Kürtçe öğretmenin ataması yapılmazken, öte yandan okullarda seçmeli Kürtçe dersleri, “Kürtçe öğretmeni yok” gerekçesiyle boş geçirildi.

Altı çizilmesi gereken bir nokta da şu; devlet, Kürtlerin siyasal örgütlenmelerine, özellikle siyasal parti kurmalarına karşı her zaman daha ketum davrandı. Kürtler duruma göre dergi çıkartabilir, dernek veya vakıf kurabilirlerdi. Ancak söz konusu parti olunca durum değişiyordu. Çünkü parti, doğrudan iktidarı hedef alan, onu değiştirip dönüştürmeyi amaç edinen bir araçtı. Bu nedenle devlet Kürtlerin iktidarı/devleti hedef alan siyasi partiler kurmaları önüne çok kalın duvarlar ördü.

1990-2000 yıllarında Kürtlerin kurduğu ya da Kürt sorununa duyarlı bütün partilerin kapatılmasının nedeni budur. İki binli yıllarda da devletin bu yaklaşımı kısmen devam etti. 11 Şubat 2002 yılında kurulan HAK-PAR hakkında, kuruluşu üzerinden bir ay geçmeden, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılma davasının açılması bunun örneği.

Ancak zamanla bu konuda da belirli düzenlemelere gidildi. Türkiye, Venedik Komisyonu’nun siyasi partilere ilişkin kriterlerini kabul etti, siyasal partilerin kapatılmasını zorlaştıran düzenlemelere gitti. Örneğin parti kapatma kararı için nitelikli çoğunluk şartı getirildi. Bütün bu ve benzer diğer yasal değişiklikler sonucunda HAK-PAR hakkında 6 yıl devam eden dava 2008 yılında kapatma talebinin reddiyle sonuçlandı. Yine aynı yıl (2008) hakkında kapatılma davası açılan AKP de söz konusu yasal değişiklikler sonucunda kapatılmaktan kurtuldu.

Bütün bu gelişmelerden sonra, Türkiye’de şiddeti kullanmayı reddeden her partinin kurulmasının yasal zemini oluştu. 30 Mayıs 2016 tarihinde (daha önce kurulan PDKT ve PAK gibi) Kürdistan Sosyalist Partisi’nin yasal olarak kurulması yukarıda kısaca belirtilen uzun ve zorlu bir sürecin sonunda gerçekleşti.

Sadece bunlar da değil. Türkiye’nin son 10 yıllında Kürt sorununda zihinleri değiştiren birçok gelişme yaşandı. 2009 yılında TRT Şeş’ten (sonradan TRT Kurdî) yukarıda bahsetmiştim.  Dönemin Başbakanı Erdoğan, 2013 yılında Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’yi, Diyarbakır’da Kürdistan Başkanı olarak ağırladı. Hiç şüphesiz Türkiye, daha önce Kürdistan Bölgesi ile kurduğu çok yönlü ilişkilerle bu gelişmenin altyapısını hazırlamıştı. Son dönemde Türkiye Başbakanı birkaç kez Kürdistan Bölge Başkanı ve Başbakanı’nı Ankara’da Kürdistan bayraklarının eşliğinde ağırladı. Bugün yeniden çatışma ortamına dönülse bile, 2013 yılında başlayan Çözüm Süreci’nin Türk toplumunun dönüşümünde büyük bir rol oynadığı açık. İki yıl boyunca hükümet, kamuoyunun gözü önünde İmralı’da Abdullah Öcalan, dolaylı olarak da PKK ile görüştü. Bütün bu yaşananlar Kürt ve Kürdistan’a ait tabuların kırılmasına, Kürt ve Kürdistan davasının Türk toplumu nezdinde önemli bir meşruiyet zemini kazanmasına yol açtı.

Özetle Kürdistan isimli bir partinin kuruluşu yüz yılı aşkın mücadelenin, özel olarak da 2000’li yılların özel konjonktürünün yol açtığı iklim sonunda gerçekleşti. Bu durum Kürt halkının özgürlük mücadelesinde bir milat niteliğindedir. Türkiye’nin de Kürdistan meselesinde geldiği noktanın az buz bir şey olmadığının göstergesidir.

Kırılgan zemini güçlendirmek

Evet, Türkiye’de Kürdistan isimli bir partinin kurulması tarihi bir gelişmedir. Buna karşın söz konusu tarihi gelişmenin üzerine oturduğu hukuki ve zihinsel zemin sağlam değil, kırılgandır. Ankara’da yasal olarak kurulan Kürdistan isimli bir parti tabelasının Manisa Valisi tarafından indirilmesi, söz konusu zeminin kırılganlığından kaynaklıdır. Anayasa’da ve Siyasi Partiler Yasası’nda hala düzeltilmesi gereken birçok madde var. Zihniyet açısından da Türk kesiminin ciddi bir değişime ihtiyacı var. Özetle Türkiye, Kürdistan meselesinde bir hazımsızlık sorunuyla karşı karşıya.  Gerek Kürt meselesinde gerekse demokrasi alanında belli adımlar attığında bile onları içselleştirmekte zorlanmaktadır. Değişmek ile eskisi gibi kalmak arasında bocalamaktadır.

Bu durumda mevcut tablonun değişmesini, Kürdistan meselesinde her şeyin yola girmesini devletten, bugünün egemenlerinden bekleyemeyiz. Bu noktaya büyük emeklerle gelindi, daha ilerisine ulaşmak için de benzer bir azim ve kararlılık gerekir. Geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte de kıran kırana mücadele devam edecektir.

Hiç kuşku olmasın ki bugünkü zorluklar aşılacak, Türk toplumu eninde sonunda Kürt halkının temel haklarını tanımayı ve ona saygı göstermeyi öğrenecektir.

Bunun için, özgürlük ve demokrasi gibi haklı bir dava için mücadele yürütenler, özgürlük ve demokrasi düşmanları kadar cesur olmak zorundadırlar.


Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir 

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89