Ankara faciasının ardındaki sır perdesi, değil çözülmek, aralanmadı bile. Doğrusu aralanmasını da beklemiyorum, zira, bu fazlasıyla karanlık bir olay, olaya ilişkin haber yapmak yasak, dahası en temel bazı sorular üzerinde yeterince durulmuyor.
Bunlardan biri, IŞİD denilen örgütün neden Türkiye’de yaptığı eylemleri sahiplenmediği sorusu. Yaptığı katliamları, işlediği cinayetleri kaydedip, “reklam” aracı yapan örgüt, nedense Türkiye’de kendisine atfedilen Suruç ve Ankara katliamlarında bambaşka davranıyor. Diğer bir konu; canlı bombalar konusunun hâlâ tam açıklığa kavuşmamış olması. Yok kimler oldukları konusu değil, daha önemlisi, kimlerle ilişkili oldukları, ama ondan önce iki canlı bombanın bedenine sarılı bombaların bu ölçekte tahribat yapıp yapamayacağı gibi “ayrıntılar”.
Bu olayın ardından epey laf dolaştırıldı, sonra PKK veya DHKP-C ’ye fatura edilmeye çalışıldı ama sonunda “IŞİD işi” çıktı. IŞİD bağlantısı pek çok insan için “yeterli bir izahat” olarak kabul edildi. Hatta, IŞİD konusu nihayet “ciddiye” alınmaya başladığı için memnuniyetle karşılandı. Doğrusu IŞİD’in Türkiye yapılanması konusu kendi başına tabii ki çok önemli, ama bu “IŞİD işi” sanıldığından daha karmaşık bir iş.
En büyük tehlike
IŞİD gibi bir yapının Türkiye’de dal budak salması gerçekten de, doğrudan Türkiye’nin Suriye’de rejimi değiştirmek için radikal gruplar ile yakın temas kurmasının bir sonucu. Ama daha kötüsü var; bu tür gruplar ile ilişkilere, pek çok başka ülke örneğinde olduğu gibi, iç siyaset çerçevesinde de işlev yüklenebiliyor. Pakistan’ın, Afganistan’da yaşanan savaşta desteklediği radikal İslamcı gruplar, şiddeti Pakistan’a taşımakla kalmadı, iç siyasetin dengeleri de etkiler hale geldi. Dahası, Pakistan devleti, istihbaratı ile ilişkileri Keşmir meselesi çerçevesinde sürüyor. Yemen’de, Arap Baharı’ndan sonra ülkesinden kaçmak zorunda kalan Bin Ali, 11 Eylül sonrası bir yandan “radikal gruplara karşı mücadele” adına ABD yardımı alıp, diğer yandan kendi muhaliflerine karşı, Yemen’de yuvalanan radikal örgütler ve özellikle Kaide’yi kullanıyordu. Bir ülkenin başına gelebilecek en büyük tehlike böylesi ilişkilerin varlığıdır.
Derin ilişkiler
Türkiye daha önce de, başka ülkelerin İslamcı örgütlerine ev sahipliği yapmış, bazı karanlık işlere girmişti. Mesela Rusya’ya karşı Çeçen militanlara, Uygurlara ev sahipliğini yapmıştı, hâlâ yapıyor. Orta Asya Türki cumhuriyetlerde mevcut rejimlere karşı mücadele veren Özbek İslamcıları ve diğer pek çok grup Türkiye’de barınak bulabiliyor. İstanbul’un bazı semtlerinde, bu grupların önde gelen isimlerine karşı suikast düzenleniyor, hesaplaşma cinayetleri işleniyor, ama bu konu kimsenin uzun boylu dikkatini çekmiyor. Yine de, AK Partisi hükümet ve devletinin, Suriye siyaseti çerçevesinde radikal gruplar ile ilişkinin seviyesi daha önceki hiçbir örnekle kıyaslanamaz. Şimdi tüm kuşkular, bu ilişkilerin derinliği konusunda yoğunlaşıyor.
IŞİD’in Türkiye’de yaptığı iddia edilen eylemlere sahip çıkıp açık açık mesajının ne olduğunu ilan etmekten kaçınması konusunu sorgulamak tam da bu nedenle önemli. Bu soru, “iktidarın IŞİD’i görmezden gelmesi” veya “kayırması” gibi iddialardan daha vahim bir yere işaret ediyor. Sanki, IŞİD’in Türkiye yapılanması diğerlerinden “farklı” gibi, acaba neden?
Kimsenin doğrudan soramadığı soru şu; “AK Partisi, Suriye’de rejim değişikliği adına desteklediği radikal grupları, gelinen noktada, doğrudan veya dolaylı biçimde kendisine muhalif olanlara ve tabii en başta Kürt siyasetine karşı kullanıyor olabilir mi?” AK Partisini de en çok kızdıran soru veya iddia veya ima bu! İstedikleri kadar kızsınlar bu soruya açıklık getirmek durumundalar, bunu yapmaktan kaçtıkları ölçüde susturma, bastırma siyasetlerine sığınmak durumundalar, mesele bu.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.