Geçen yıl Ekim ayında “Kürt hareketini anlamak” başlığıyla iç içe geçmiş dört analiz kaleme almıştım. Bunların üçüncüsü “Kürt hareketi solcu mu, milliyetçi mi?” başlığını taşıyordu (http://www.rusencakir.com/Kurt-hareketi-solcu-mu-milliyetci-mi/1592) ve hareket içinde yer alıp milliyetçiliğe soğuk bakan kişilerin tepkisini çekmişti.
O yazıda Kürt siyasi hareketinin hem gücünün, hem güçsüzlüğünün kaynağında milliyetçiliğin bulunduğunu ileri sürmüştüm. Aradan geçen bir yılı aşkın sürede bu önermenin doğru olduğuna iyice kanaat getirdim. Yine aynı sürede (yazılarımda da sık sık ifade ettiğim gibi) Kürt siyasi hareketinin alabildiğine güçlendiğini ve bunu da esas olarak milliyetçi söylemin daha fazla ön plana çıkmasına borçlu olduğunu gözledim.
Burada ciddi bir paradoks mevcut: Hareketin yasal ve yasadışı kollarında yönetici/lider konumda bulunan kişiler milliyetçi bir dil kullanmaktan kaçınma ısrarlarını sürdürüyorlar. Örneğin farklı Kürt gruplarını bir araya getirmekle uğraşmaktan çok, “tüm Türkiye’yi kucaklama” idealini korumaya çalışıyorlar. Ancak örneğin, onların Türk solundan bir dizi grupla birlikte Halkların Demokratik Kongresi (HDK) adlı yeni bir oluşuma gitme kararının tabanı pek heyecanlandırmadığını da görüyoruz.
Yönetici elitlerin “sol bir yurtseverlik” iddiasına rağmen ana eksenin milliyetçilik olması, bu hareketin gidişatının “tavan” değil “taban” tarafından belirlendiğinin göstergesidir. Bu durumun böyle sürmesi halinde Kürt hareketinin tabanının ergeç bir şekilde tavanı da kendi milliyetçi söylemine uygun bir şekilde değiştireceğini düşünebiliriz.
Milliyetçiliğin nedenleri
Ülkemizde Kürt milliyetçiliğinin yükselişinin birçok nedeni var. Bunların bazılarını hızlı bir şekilde şöyle sıralayabiliriz:
1) Daha 21. yüzyıl başlamadan dünyada küreselleşme ile kimlik siyasetlerinin birbirlerini besleyerek ana eğilimler haline geldiklerine tanık olduk. Öyle ki birçok ülkeden, kimi zaman etnisiteye, kimi zaman dine, kimi zaman da mezhebe dayalı olarak yeni ülkeler çıktı ya da bazı ülkelerin idari yapısında köklü değişiklikşer yaşandı;
2) Komünist bloğun çökmesiyle beraber solun yaşadığı derin ideolojik buhrandan PKK da ciddi olarak etkilendi ve dilini, sembollerini, stratejilerini yeni döneme uyarlamaya çalıştı. Buna bağlı olarak milliyetçilikle arasına kurmuş olduğu barajları da yıkmaya başladı;
3) Devletin ret ve inkar politikaları ve bunlarla elele giden, yer yer şovenizme varan Türk milliyetçiliği kendi zıddını doğurdu ve besledi;
4) Devletin Kürt hareketini acımasız bir şekilde bastırmaya çalıştığı 1980 ve 1990’lı yıllarda doğup büyümüş kuşaklar soldan çok milliyetçiliğe yöneldi;
5) Devletin Kürt hareketini frenlemesi amacıyla açık ya da örtük teşvik ettiği Kürt dindarlığı ve İslamcılığı, özellikle AKP’nin açılım perspektifinden uzaklaşmasının yarattığı hayal kırıklığıyla birlikte ümmetçilikten ziyade milliyetçiliğe yönelir oldu;
6) Bölge ülkelerinde Kürtlerin katettikleri mesafeler, özellikle Irak’ta bağımsız Kürt devletine epey yakınlaşılmış olması da sadece Kürt milliyetçiliğini güçlendirmekle kalmadı, gözden düştüğü sanılan “bağımsız devlet” ve “birleşik Kürdistan” gibi fikirlerin yeniden filizlenmesine vesile oldu.
Yakın geleceğe bakış
Burada keselim ve yakın gelecekte neler olabileceğini tartışmaya çalışalım. Birkaç gündür Kürt sorununun farklı algılanışları üzerine bir dizi yazı yazdım. Bu yazılara özel olarak “Artık bana kardeşim deme” (http://www.rusencakir.com/Artik-bana-kardesim-deme/1898), “Peki Batı’daki Kürtler ne olacak?” (http://www.rusencakir.com/Peki-Batidaki-Kurtler-ne-olacak/1902), “Yıllarca birbirimizden kız alıp vermişiz” (http://www.rusencakir.com/Yillarca-birbirimizden-kiz-alip-vermisiz/1903) gibi “rahatsız edici” başlıklar attım. Artık hiçbir işlerliği kalmamış eski tip entegrasyon ve asimilasyon yöntemleri yerine eşit yurttaşlık temelinde yeni bir toplumsal sözleşme yapılmasını savunan bu yazılar doğal olarak milliyetçileri rahatsız etti; ama her ikisini birden, yani hem Türk, hem Kürt milliyetçilerini.
Türk milliyetçileri, yıllardır süren yanlışın gönüllü suç ortağı oldukları ve bu durum kendilerine hatırlatıldığı için rahatsız oluyorlar. Kürt milliyetçileriniyse, yaşanan bütün olumsuzluklara, kötülüklere rağmen Türkiye toplumunun barışçı, eşitlikçi ve demokratik bir sözleşme yapması gerektiği ve bunu pekala başarabileceği fikri rahatsız ediyor.
Eğer hükümet Kürt sorununda bir süredir izlediği çizgiyi, muhalefet partileri de bu statükoya desteği sürdürürlerse ülkemizin her iki milliyetçiliğe teslim olması kaçınılmaz görünüyor. Dikkatinizi çekerim, “uzak” ya da “orta” değil “yakın” vadeden söz ediyorum.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.