Suriye’de iki yıldır süren iç savaştan en kârlı çıkan grup Irak işgalinde olduğu gibi yine Kürtler.
Ceylanpınar’dan Silopi’ye kadar uzanan bir hatta, sınırın öteki tarafında, yani Rojava’da, Suriyeli Kürtler ilk kez kendi kendilerini yönetiyor. Arada Arap yerleşimleri olmasa bu hat, içine Kobani ve Afrin’i alacak şekilde batıya doğru uzanacak. Tam da böyle olmaması için yurtdışından gelen cihatçılar ile birlikte hareket eden çeşitli Suriyeli Arap muhalifler PKK’nın Suriye kolu şeklinde anılan Demokratik Birlik Partisi PYD ve silahlı kolu YPG’ye karşı amansız ve vahşi bir savaş güdüyorlar. Türkiye eskisine nazaran daha az olsa da hâlâ PYD’nin rakiplerine destek veriyor.
Oysa, yakın tarihe baktığımızda Kürt ulusal kimliğinin inşasında en belirgin rolü oynayan ülke Türkiye. Hem Kürtleri bastırarak, hem tam tersi Kürtleri destekleyerek. Bu paradoksun en belirgin örneği Irak Kürdistanı.
Kürt oluşumunu fiili bağımsızlığa götüren yolda Türkiye’nin hayati katkısı var. 1992’de Iraklı Kürtleri Saddam’ın hışmından korumak amaçlı ABD, Britanya ve Fransa uçaklarının oluşturduğu hava şemsiyesi veya “Çekiç Güç” yıllarca İncirlik Üssü’nde konuşlandı. Kürt bölgesinin Batı’ya açılan yegâne kapısı Türkiye’ydi. Habur Sınır Kapısı üzerinden yürütülen kayıt dışı ticaret Iraklı Kürtleri kalkındırdı (kimilerini de dolar milyarderi yaptı). 2000’li yılların ortasına kadar devlet politikası sınır kapısını kullanarak Iraklı Kürtler üzerinde baskı kurmak, PKK’ya karşı savaştırmak yönündeydi. Bu politika iflas etti. 2003’ten itibaren kademeli olarak, ve 2010 yılında Erbil’de başkonsolosluk açmak suretiyle ilişkiler karşılıklı saygı ve güven çerçevesinde yepyeni bir zemine oturdu. Irak Kürdistanı bölgede Türkiye’nin en önemli ticari partneri, binlerce Türk’ün ekmek kapısı hâline geldi. Tamamlanmasına az kalan Türkiye- Kürdistan petrol boru hattı ekonomik entegrasyonu yeni seviyelere yükseltecek. Öyle ki merkezî Bağdat hükümeti artık Türkiye’yi Irak’ı bölmekle suçluyor.
Rojava’daki durum ise Türkiye açısından çok daha karmaşık ve kaygı verici.
Zira her ne kadar PYD’liler ve PKK’lılar bunu karşılıklı inkâr etseler de aralarında güçlü ideolojik bağlar, hatta geçişgenlik var. PKK kadrolarının an itibarıyla Rojava’da bulunduğu herkesin malumu. Bunu inkâr etmelerinin başlıca nedeni PKK’nın hâlen uluslararası toplum nezdinde “terör örgütü” sayılıyor olması. Aynı etiketin PYD’ye yapıştırılmasını istemiyorlar. PYD veya YPG şapkası altında bugüne kadar herhangi bir terör eylemi işlenmediğine göre hiçbirine “terörist” denenmez.
BOL SOPA AZ HAVUÇ
Buna rağmen Türkiye’nin Rojava politikası fazlaca sopa ve biraz havuç şeklinde ilerliyor. Sopa iki çeşit kullanılıyor. Birincisi PYD’nin kontrolündeki sınır kapılarını kapalı tutarak ekonomik baskı yaratmak. İkincisi ise Özgür Suriye Ordusu ÖSO’ya bağlı silahlı muhalifleri ve El Nusra benzeri cihatçı örgütleri PYD’ye karşı destekleyerek askerî baskı yaratmak. Bu kıskaç hareketinin iki temel amaç güttüğü anlaşılıyor: Birincisi Kürtlerin Esad’a karşı muhalif saflarında yer almaları. Diğeri ise Türkiye’nin inisiyatifi dışında, Türkiye’ye rağmen, gelecek planları kurmamaları.
Havuçlara gelince... PYD Eşbaşkanı Salih Müslim ile kurulan diyalog ve arada bir BDP’lilerin organize ettiği yardım konvoylarının geçişi dışında elle tutulur bir şey yok henüz. Aslında havucun en büyüğü Türkiye’nin Rojava’ya yönelik tehditkâr dilini terk etmiş olması. Bu da Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin bana ifade ettiği gibi “az buz şey değil”.
Türkiye’nin yukarıda saydığım hedeflere ulaşması için araç olarak gördüğü bir diğer unsur ise İmralı süreci. Başka bir ifadeyle Rojava pazarlık konusu olarak masada duruyor. Ancak Türkiye’deki Kürt hareketinin Türkiye’deki kazanımları karşısında Rojava konusunda taviz verebileceği ihtimali (zayıf da olsa) Kürtler nezdindeki itibarını sarsıyor. Elini zayıflatıyor. Bu da barış sürecini daha kırılgan hâle getiriyor. Yani herkes kaybediyor.
Türkiye’nin Rojava politikası başarılı olabilir mi diye soracak olursanız... Kürtler binlerce yıllardır bu topraklarda yaşıyor. Yaşamaya da devam edecekler. Ve elbette Arap çoğunlukla da anlaşmak zorundalar. Türkiye’nin üstleneceği rol tam da buna katkı sağlamak olmalı. Tersi değil. Kürt ulusal bilincinin vardığı ve geriye döndürülemediği noktayı şu şekilde ifade edebiliriz: Türkiye’de kalıcı barışın yolu artık sadece Diyarbakır’dan değil, Rojava’dan da geçiyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.