Bu yılki Abant Toplantısı’nın konusu yeni anayasaydı..
Kemal Burkay konuşmacı olduğu panele elinde Kürtçe sözlüklerle oturdu.
Konuşmasına başlayıp, her biri kendi alanında sivrilmiş ve parlak fikirlere sahip olan insanlara Kürt dili ve edebiyatını anlatmaya başladığında salonda soğuk bir hava esti.
Anlaşılan, bazı dostlar, Burkay’ın yüzyıllardan bu yana, Kürtçe’nin de diğer diller gibi eğitim ve edebiyat dili olduğunu ama bu hakkının çeşitli biçimlerde inkâr edildiğini politik bir üsluptan kaçınarak, bir eğitimci gibi anlatmasını yanlış bulmuşlardı. Bu üslup ve konuşma tarzını, önüne koyduğu kalın Kürtçe sözlüklerle ifade etmesi ise, sanki bir ispat gayreti olarak anlaşılmıştı.
Bu konuşmayı, Türkiye’de Kürtçe konusunda bu kadar ileri adım atılmışken, başa dönüp bir şeyleri ispat etme gayreti olarak anlayanlar, bu düşüncelerini söz alıp dile getirdiler de zaten.
O dostlarımız, karşılarında Kürtçe’nin haklılığını, başka diller gibi bir eğitim ve edebiyat dili olduğunu elindeki iki sözlükle ispat etmeye çalışan bir Burkay değil de, anladığım kadarıyla, siyasi analizler yapan bir Burkay görmek istiyorlardı.
Söz alıp konuştular ve “Bize haksızlık olmuyor mu, Kürtçe’ye itirazı olan insanlar değiliz ki, bu ispata ne gerek var” mealinde bir şeyler de söylediler.
Burkay bu eleştirilere cevap vermedi. Bilinen o yumuşak üslubuyla kendisine sorulan soruları cevaplamakla yetindi.
Ben Kemal Burkay’ın konuşma hakkını bu tercih doğrultusunda kullanmasını çok sevdim.
Sanırım Burkay, konuşmasını planlarken, salonda bulunan entelektüel düzeyi yüksek, Kürtlerin hak kullanmaları konusunda hiçbir endişe duymayan insanları salt hesaba katarak değil, ama bu konuşmaların canlı televizyon yayınıyla bütün Türkiye’ye aktarıldığını düşünerek, hayatında Kürtçe adına hiçbir şey duymamış insanlara da seslenmek istemişti.
Ve bu tavır doğru bir tavırdı.
Bence binlerce kelime ihtiva eden Kürtçe sözlükleri hayatında hiç görmemiş olan milyonlarca insan, belki de o gün ilk kez televizyon ekranından da olsa görmüş oldu. Yok artık diyeceksiniz şimdi, Türkiyelilerin TRT-6’ten de mi haberi yok yahu!
Bana kalırsa hem var hem yok. Ama “yokları” hesaba katmak en iyisi. Hesaba katmasak ne “yok”ların sayılarını bilebiliriz ne de yolumuzu.
Bu yüzden, Kürtçe dâhil başka dillerde de seçmeli dersin Milli Eğitim müfredatına bu yıl girecek olmasının o dersi alacak ve almayacak çocuklar için değil sadece, Türkçe konusundaki kabulü ister istemez yüz yıllık asimilasyon sürecinden etkilenen ve Türkçe’den başka bir dil söz konusu olduğunda; tahayyülü, zihniyeti gelip inkâr aşamasında kalmış milyonlarca Türk’e neyi düşündüreceğini, milyonlarca Türk’ün zihniyet dünyasını nasıl etkileyeceğini merak etmemiz lazım.
Bu yıl böyle bir şey olmayacak elbette, Kürtçe seçmeli dersi birkaç milyon Kürt çocuğu tercih etmeyecek besbelli, siyasi itirazlar, seçmeli dersi Kürtleri oyalama taktiği olarak görmeler filan, talebi bir hayli etkileyecektir. Ama diyelim ki bu defa Kürt halkı onun adına siyaset yapanlar dönüp “dakikaki bavemin” one minute deyip çocuklarına Kürtçe seçmeli ders aldırmayı tercih etse bile bu tercihin hayata geçmesi kolay olmayacak. Değil birkaç milyon Kürt çocuğuna, yüz bin Kürt çocuğuna bile Kürtçe öğretecek öğretmenimiz yok maalesef. Sanırım pilot yerler seçilecek ve uygulama bu pilot yerlerde çok sınırlı imkânlarla başlatılacak.
Benzer zorluklar ve altyapı eksikliği, Süryanice, Rumca, Ermenice, Çerkezce ve daha sayamayacağım başka diller için de geçerli.
Bu yıl seçmeli ders olması beklenen diller arasında Arapça daha şanslı görünüyor. Bu halkın yoğun olarak yaşadığı Mardin, Siirt, Hatay, Adana ve Urfa’da Arapça seçmeli ders almak isteyenlere bu dili öğretecek öğretmen sıkıntısı olacağını sanmıyorum. Ama bu yerlerde konuşulan Arapça, bildiğimiz Arapça’dan epey farklılık arz ediyor.
Belki de en vahim, en mağdur durumda olan dil Süryanice’dir. Bunun da sebepleri var kuşkusuz. Türkiye’nin Lozan’dan doğan yükümlülüklerini yerine getirmesi bir yana, Süryani diasporası da bu işe kafa yormak yerine, Avrupa’da okul değil de, kilise inşa etmeyi tercih etti. Türkiye’de ise, Süryaniler nüfus olarak çok azaldılar. İstanbul’da kaç bin Ermeni veya Rum yaşıyor aşağı yukarı biliniyor, ama kaç bin Süryani var, onu tam olarak bilmiyoruz. Çünkü Süryani halkı korkularından kurtulabilmiş bir halk değil, ve yer yer hâlâ kendini gizleyen bir halk durumunda.
Bu yıl ders zili çaldığında bambaşka bir Türkiye tablosu çıkacak karşımıza.
Peki bu muazzam sonuçlara yol açacak ve unuttuğumuz, inkâr ettiğimiz kültürler ve dillerle yeniden barışmamızın ve onları büyük bir heyecanla keşfetmemizin yolunu açacak bu değişime yeteri kadar önem veriyor muyuz?
Hazırlıklarımız toplum olarak, devlet olarak ve en önemlisi de medya olarak ne durumda?
Konuya devam etmek istiyorum..
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.