Irak Başbakanı Nuri El Maliki'nin Türkiye'ye yönelik sözleri gerçekten endişe verici. Daha önce böyle cümleler hiç duymamıştık. Irak'la Türkiye arasında ciddi sorunlar olmadığı gibi, sıkıntılı günlerde de son derece dikkatli bir dil kullanılıyordu. Bir yıl önce ortaklık ilan ettiğimiz bir ülkenin Başbakanı'ndan böyle ağır suçlamalar işitmek her halde üzerinde ciddi ciddi durulması gereken bir konu. Bir şeyler değişti, ortaklık bitti ve bizler farklı kamplardayız artık.
"Türkiye Irak'ın içişlerine karışıyor, bu iç savaşa neden olabilir, Türkiye bölgeyi felakete sürüklemek istiyor" diyor.
"Türkiye'nin sürpriz müdahalesi"nden yakınıyor, "bunu ummuyorduk" diyor. "Irak'ı onlar kontrol ediyormuş görüntüsü veriyorlar" diyor. "Bölgede çatışma ortamı oluşturmak isteyen Türkiye bu durumdan daha fazla etkilenir. Buna kesinlikle müsaade etmeyiz. Eğer bizim hukuk mercilerimizle ilgili konuşacaklarsa biz de onların hukuk mercileriyle ilgili konuşabiliriz. Onlar eğer bizim anlaşmazlıklarımızı konuşacaklarsa biz de onlarınkini konuşuruz. Çünkü onların da farklı mezhep ve etnik grupları var" uyarıları yapıyor. Uyarı değil aslında bu sözler, tehdit..
Türkiye-Suriye ilişkileri koptu. Dostluktan, ortaklıktan düşmanlığa savaş haline sürüklendi. Aynı durum Irak için de gözleniyor. Ankara-Bağdat ilişkileri de müthiş bir kopuş yaşıyor. İki ülke ile de ortaklıklar inşa etmiş, entegrasyon projeleri geliştirmiştik. Şimdi bunların yerinde yeller esiyor. Dahası, iki ülke ile de düşmanlıklar güç kazanıyor.
Şu anki durum; Irak'ta Sünni lider Tarık Haşimi hakkında tutuklama kararı çıkartılması, Haşimi'nin Kuzey Irak Kürt yönetimine sığınması, Bağdat'ın geri istemesi, Türkiye'nin Haşimi'ye sahip çıkması ile oluştu. Haşimi, Sünniler'in tasfiye edildiğini, bir süre sonra Kürtler'in de aynı durumu yaşayacağını, Bağdat'taki Şii yönetimin güç kazanmasının Irak'ı parçaladığını iddia ediyor.
Ancak, Türkiye-Irak ilişkilerindeki kopma Haşimi ile başlamadı. ABD'nin çekilmesinden de önce başladı. Kopuşun nedeni Suriye. Türkiye'nin muhalefeti desteklemesi, Suriye yönetimi ile ipleri koparması, açıkça rejim değişikliği istemesi İran kadar Irak'ı da kızdırdı. Maliki, açıktan Türkiye'yi suçlamaya, Suriye yönetimine sahip çıkmaya, İran'ın yanında yeni bir "hami" olarak öne çıkmaya başladı. Suriye'ye müdahaleye, Esad'a suikast iddialarına sert reaksiyon gösterdi.
Mesele şu: "İran-Suriye aksı"na yeni bir ortak geldi. ABD'nin çekilmesiyle Irak'ın tek hakimi olmaya soyunan Şii güçler, bölgesel güç olarak pozisyon alıyordu. İran-Suriye-Hizbullah aksı, İran-Irak-Suriye-Hizbullah aksına dönüşüyordu. Kendini böyle konumlandıran bir Bağdat yönetiminin Kürtlere ve Sunilere güvenmesi artık düşünülemezdi. Öyle de oldu ve ilk kriz Sünnilerle patladı.
Aslında bu "yeni durum"u 21 Aralık'ta "Fars oyununa Arap figüran" başlığı altında tartıştık. O günden bu yana, bu 'yeni tehlike'ye ısrarla dikkat çektik. Türkiye kamuoyu maalesef son birkaç gündür bunu farkedebildi.
ABD'nin çekilmesinden sonra iki tür kavga ile yüz yüze geldik. İlki Bağdat'ı yani Irak'ı kim yönetecek, Şii gruplar iktidarı diğer unsurlarla paylaşacaklar mı paylaşmayacaklar mı kavgası.. Son günlerde ortaya çıkan gelişmeler, paylaşmak istemediklerini net içimde ortaya koydu. Çatışma her geçen gün daha da şiddetlenecek ve berbat örnekler ortaya çıkabilecek.
İkinci kavga daha bir ürkütücü çünkü bölgesel nitelik arzediyor. Suriye odaklı bir dizayn daha doğrusu dayanışma çizgisi güç kazanıyor. İran-Suriye-Hizbullah direnç hattına yönelik saldırılar Şam yönetimine odaklanmışken, aynı anda İran'a saldırı kampanyaları artmışken bu hattın aralarındaki dayanışmayı güçlendirdiğini görüyoruz. İran-Suriye-Hizbullah hattına şimdi de Irak ekleniyor. Tahran, Şam'ın düşme ihtimaline karşı Şam'dan daha güçlü bir kalkan olacağını hesapladığı Irak'ı kuruyor. Artık bölgede İran-Irak-Suriye ve Hizbullah dayanışması gibi, eskisinden daha güçlü bir hat var.
Bu cümlelerden sonra, Bağdat'taki tiyatronun asıl hedefinin Türkiye olduğunu söylemiş, "Oyun Tahran'da yazılmış, Bağdat'ta oynanıyor" demiştik.
Şimdi üçüncü bir gerçek çıktı ortaya.
2011 yılında, Türkiye ile İsrail arasındaki gerilimin şu sonuçlarına tanık olduk: Ankara, İsrail'i bütün bölgede tecrit etme yolunda adımlar attı. İsrail ise, Türkiye'nin etrafında adeta duvar örmeye girişti. Fransa, Almanya, Yunanistan, Ermenistan, Romanya, Bulgaristan gibi ülkelerle askeri anlaşmalar, ittifaklar imzaladı. Bütün bu ülkelerin Türkiye'nin etrafında olması, bir nevi "çevreleme" stratejisine işaret ediyordu.
Benzer bir durum bu sefer bölge ülkeleri tarafından inşa edilmek isteniyor. İran, Irak, Suriye ve Lübnan ekseni, Türkiye'nin Güney'le bütün bağlarını kesecek hal alıyor. Burada dikkat çeken konu; İsrail'in çevreleme stratejisiyle bölgesel direnç hattının girişimlerinin birbirini tamamlar mahiyette olması.
Suriye'de rejim değişmezse, Türkiye'nin Güney'le bağlantısı tamamen kesilecektir. İran Güney'den çevrelerken İsrail Balkanlar'da, Akdeniz'de ve Kafkaslar'da aynısını yapıyor. İran ekseni ile yaşanan kriz çok daha tehlikeli çünkü kimlik eksenli, mezhep eksenli bir kabusu barındırıyor.
İşte tuhaf olan şey bu!
Türkiye dahil, herkesin bu durumu yeniden düşünmesi lazım. Çok tehlikeli bir geleceğe sürükleniyoruz...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.