Önümüzdeki asli soru şu: Siyasi dengeler ve iklim hangi istikamette seyredecek?
Soru önemli zira kelimenin gerçek anlamıyla "ara bir nokta"da bulunuyoruz. "Demokratik dinginlik" ile "çatışma hali", "özgürlükçü iklim" ile "otoriter uygulamalar" arasında ara bir nokta bu. Buna ayrıca son günlerde ortaya çıkan yeni belirsizlikler, yeni siyasi girdileri de eklemek gerekiyor.
Şöyle anlatalım:
Türkiye 2002'den itibaren anlam ve hız kazanan bir şekilde eski rejimin, eski siyasi aktörlerin tasfiyesine dayanan bir iktidar mücadelesine tanık oldu ve bugün bu açıdan önemli bir noktaya geldi. Bu nokta, "yeni siyasi seçkinin siyasi alana hâkim olması ve tam yayılması hali"dir. Bu hakimiyetin itici gücünü ise, eski rejimin¸"askeri vesayet" düzeninin "sivilleşme ve eksikliklerine rağmen demokratikleşme" hamleleri eşliğinde parçalanması oluşturdu.
2010 ve 2011'de yaşanan, (EMASYA gibi tortuların kazınması, YAŞ'ın özerk bir yapı olmaktan çıkarılması, direnen son ordu komutasının istifa yoluyla tasfiyesi, referandum, yargının yeniden yapılanması ve 2011 genel seçimlerinin çarpıcı sonucu) gibi gelişmeler söz konusu sürecin doruk noktasına çıkmasına vesile oldular.
Bu koşullarda doğal olarak seçim sonrası dönem, "yıkım"dan sonra "kurma" faslına geçiş aşamasını vaat ediyordu. Başka bir ifadeyle "değişimin kurumlaşması", "yeni düzenin siyasal değerlerinin tanımlanması", "bu çerçevede kurumlar dengesinin yerli yerine oturması" gereğine işaret ediyordu.
Şüphe yok ki, yeni anayasa, hem bu aşamanın, hem Kürt sorununun yeni siyasal bir mutabakat üzerinden çözülmesinin "ana aracı" olarak masada duruyordu.
Hâlâ duruyor...
Nitekim beklenilen ve bir miktar solunan demokratik dinginliği ve özgürlükçü iklimi temsil eden unsurlar bunlardır.
Buna karşın, sık sık altını çizdiğimiz üzere, "ikili bir hal", özellikle seçim sonrası dozu artan Kürt sorunu endeksli "siyasetsizlik hali" ile 2010'dan itibaren İstanbul merkezli "otonom yapı" çerçevesinde yargı-polis uygulamalarının yarattığı eksik demokrasi hali de siyasi gündemin öte yüzünü oluşturuyordu.
Hâlâ oluşturuyor...
Ülkedeki çatışma havasını ve otoriter uygulamaları temsil eden unsurlar ise bunlardır.
Türkiye işte bu iki uç arasında ara noktada duruyor...
Peki hangi kefe ağır basacak, nereye doğru seyredeceğiz?
Yanıt zor, ama en azından şu kesin: Bu dengenin bu şekilde devam etmesi mümkün değildir.
Mümkün değildir zira bu "denge"yi üreten "başka bir denge", sözünü sık ettiğimiz zımni ama aktif bir "iktidar ittifakı" ciddi sarsıntıya uğramıştır.
Bu, sistem açısından yeni ve önemli bir siyasi girdidir. Ve girdiyi şöyle bir "kavramsal kalıba" dökebiliriz: "Türk siyasal sistemindeki ana çatışma ekseni" eski ve yeni seçkin arasındaki çatışma ekseni olmaktan çıkmakta ve hızla "yeni seçkinler arası çatışma ekseni olmaya doğru ilerlemekte"dir.
Bu hafife alınacak bir durum değildir ve bu tabloyu ister pay, ister yer kavgası olarak tanımlayın, önümüzdeki günlerde belirleyici olacak bir gerilimle karşı karşıya olduğumuz kesindir.
Peki denge hangi istikamette bozulacak?
Yanıt için yeni seçkinler arası çatışmada önce kimin neyi temsil ettiğini görmek gerek...
"Otonom yapı"nın demokratikleşme sürecine, siyasi iktidarın da otoriterleşme iklimine hatırı sayılır katkıları oldu, buna şüphe yok.
Ancak, gerek şeffaflık, gerek yöntem meşruiyeti açısından iki güç odağı arasında görece de olsa demokratik iklimi temsil edenin siyasi iktidar, otoriteleşme riskini temsil edenin ise otonom yapı olduğu açıktır. Kaldı ki emniyet vesayetine girmiş görünen otonom yapının eylem tarzının verdiği KCK tutuklamalarındaki polis egemenliğindeki kapsam, tutuklu gazeteciler, tutukluluk halleri, şüpheli deliller gibi sonuçlar buna kanıttır.
Fuat Keyman'ın son yazısında MİT krizine ilişkin yaptığı şu değerlendirmeyi önemsemek gerekir:
"Bugün, Başbakan ve AK Parti, kendilerine karşı yapılan girişimin haksız olması nedeniyle başarılı oldu. Toplum demokratik reforma, Kürt sorununun demokrasi ve müzakereyle çözümüne destek verdiği için, AK Parti kazandı..."
Keyman'ın şu temennisi daha da önemli:
"AK Parti'nin bu süreçten alacağı en büyük ders, demokrasiye, siyasete ve demokratik kurumsal reforma dönme gerekliliğidir..."
Bizce bu sadece bir temenni değil, kuvvetli bir ihtimaldir...
Türkiye'nin istikameti bakımından başka ve önemli bir soru daha var: Yeni elitler arasındaki çatışma, "o siyasi alanda" yeni politik, hatta kurumsal nitelikli açık siyasal farklılaşma üretir mi, Türk siyaseti buraya seyreder mi?
Kısa vadede bu mümkün görünmemekle birlikte Türkiye'nin önünde muhtemel bir anayasa referandumu, cumhurbaşkanlığı seçimi gibi iki genel oy hesaplaşması olması bu açıdan dikkate alınmalıdır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.