Türkiye’nin Musul operasyonuna katılma obsesyonu etrafında kopan yaygara bir türlü dinmek bilmiyor. İşi Milli Mutabakata ve Türkiye’nin Lozan’da uğradığı ‘haksızlıklara’ kadar vardıran ve kendisine yakın kalemlere ‘Musul Vilayeti’ kompozisyonları paralatan iktidar işin peşini bırakmıyor.
Türkiye’nin operasyonda yer alması veya en azından aldığı görüntüsünü yaratmak için çırpınıp duruyor. Öyle ki geçtiğimiz hafta Başbakan Binali Yıldırım Türk savaş uçaklarının koalisyonun IŞİD’e karşı düzenlenen hava operasyonlarına katıldıklarını savundu.
Akabinde böyle olmadığını itiraf etmek zorunda kaldı ve uçakların ancak ‘gerek görüldüğünde’ operasyonlara dahil olabileceğini sözlerine ekledi.
Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan Musul’a ilişkin artık hepimizin ezberlediği çıkışlarını sürdürdü. Ve Pazar günü nihayet müjdeli haber geldi. Bağdat’ın derhal çekilmesini istediği Başika’daki Türk askerleri, Mesud Barzani yönetiminin çağrısı üzerine IŞİD’e yönelik operasyonlara topçu birlikleriyle katıldı!
Fakat Diken’e bilgi veren bir üst düzey Koalisyon yetkilisi Türkiye’nin Musul operasyonuna dahil olduğu yönünde ellerinde bilgi olmadığını söyledi. “Bir şey yapılıyorsa bu Koalisyonun koordinasyonu dışında gerçekleşiyordur” dedi.
Esas sorun tam da bu. Washington’da Erdoğan’ın Musul çıkışları başkanlık için yapılması öngörülen referandum öncesi iç kamuoyuna yönelik güç gösterisi (aslında kuru gürültü) olduğu görüşü hakim olsa da ‘Ya Türkiye tek taraflı Irak’ta bir şeyler yaparsa’ endişesi gittikçe büyüyor. Örneğin geçen hafta bir Türk savaş uçağı Koalisyon’a önceden bilgi vermeden, yani Koalisyon’dan habersiz, Musul üzerinde keşif uçuşu yapmış.
ABD Savunma Bakanı Türkiye’nin ‘gazını almak’ için yaptığı gezi de pek bir işe yaramadı. Tam tersi. Carter’ın “Türkiye’nin Musul operasyonunda yer alması için prensipte anlaştık” yönündeki açıklaması Türkiye’nin Başika’dan çekileceğine dair somut garanti vermeden herhangi bir anlaşmanın söz konusu olamayacağını söyleyen Bağdat’ın sert tepkilerine neden oldu.
Öyle ki Türkiye’nin insani ve tıbbi yardım düzeyinde katkıda bulunmasına razı olan Irak başbakanı Haydar El Abadi bundan dahi vazgeçti. Bir Avrupalı diplomat, Türkiye’nin davranışlarıyla ile ilgili yaygın hissiyatı şu sözlerle ifade etti: “Musul operasyonu ile ilgili en büyük sıkıntının bir NATO müttefikinden kaynaklanıyor olması inanılır gibi değil.”
Türkiye’nin Irak’a herhangi bir askeri müdahalesinin Ezidilerin yoğun olduğu Sincar bölgesinde bulunan ve sayıları 200 ila 300 arasında olduğu tahmin edilen PKK’lilere yönelik olacağını hesaplayan Washington, Ezidilerin PKK ile bağlarını koparmaları için ikna turlarını başladılar. Abadi, ABD’nin baskısıyla iki aydır PKK’ye yakınlığıyla bilinen Şengal (Sincar) Direniş Birliklerine bağladığı maaşları kesmiş bulunuyor.
Bu arada Türkiye Suriye’de de boş durmuyor. Carter’ın gelişinden bir gün önce Türk savaş uçakları Kuzey Suriye’de YPG hedeflerini vurduğunu ve yüzlerce YPG militanını öldürdüğünü duyurdu.
Vurulanların çoğu YPG’nin başını çektiği Suriye Demokratik Güçlerine (DSG) bağlı Çeyş el Suvar üyesi olması ve sayılarının 20 civarında olması Washington açısından sıkıntıyı gidermedi. Rakka operasyonu için katkısı hayati sayılan DSG, İŞİD karşıtı koalisyonda yer alan diğer müttefiki Türkiye tarafından hedef alınıyor.
Washington ilk etapta YPG’ye yönelik harekata her ne kadar sesini çıkarmasa da, perde arkası yürüttüğü girişimler sayesinde Türkiye’nin hava saldırıları tek bir sorti dalgasıyla sınırlı kaldı. Devamı gelmedi. Bunun yerine Türkiye YPG ve müttefiklerine topçu ateşiyle karadan saldırmayı sürdürüyor.
Rusya’nın vetosu nedeniyle El Bab’a, ve ABD Özel Kuvvetleri’nin varlığı nedeniyle Menbiç’e uzanamayan Türkiye, bunun yerine Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) yardımıyla YPG’nin elinde bulunan Tel Rifat ve Şeyh İsa kasabalarını ele geçirmeye çalışıyor. Ne var ki iktidara yakın medyanın ‘zafer’ nidalarına karşın her seferinde DSG tarafından geri püskürtülüyor.
Moskof Memnun
Tüm bu gelişmeler en çok da Rusya’yı sevindiriyor. Türkiye himayesindeki muhaliflerin El Bab’ı IŞİD’in elinden almalarına Halep’te Esad güçleri üzerinde yaratacakları baskı yüzünden karşı çıkan Rusya nedense Türkiye’nin DSG’yi havadan vurmasına ses etmedi.
Oysa engel olabilirdi. Hedef alınan bölgenin hava sahası tümüyle Rusya’nın denetiminde. Kimilerine göre Rusya, Erdoğan’ın Putin ile yaptığı telefon görüşmesi sırasında verdiği “El Nusra’yı Halep’ten çıkartacağız” sözü karşılığında YPG’yi kurban olarak sunmuştu.
Daha güçlü olasılık şu: Rusya Türkiye’nin YPG’ye karşı saldırılarının Washington ile Ankara’nın arasını daha da açacağını bildiği için Türkiye’ye yeşil ışık yaktı. Hem bu arada DSG’yle çatışan muhalifler kayıp veriyor. Dahası Washington’un pasif tavrı YPG’nin ABD’ye güvenini daha da sarsıyor.
Bunun farkında olan Washington sonunda sessizliğini bozdu. ABD Dışişleri Sözcüsü John Kirby, Pazar günü Twitter hesabı üzerinden yaptığı açıklamada Türkiye’nin ismini vermeden Kuzey Suriye’de sivillerin ölümüne yol açan topçu saldırılarından endişe duyduğunu yazdı. Tüm tarafları derhal ateşkese davet eden Kirby DAEŞ’e (IŞİD) ‘oksijen sağlayan’ bu tür manevraları hiç bir şekilde onaylamadıklarını duyurdu. Biz bu satırları yazarken üst düzey ABD heyeti, Rojava yetkilileriyle Kuzey Suriye’de bir araya geliyordu.
Son gelişmeler bir bakıma ABD’nin bölgesel müttefikleri üzerindeki nüfuzunun sınırlarını net biçimde ifşa ediyor. Türkiye ABD’ye rağmen YPG’ye saldırıyor. YPG ise ABD’ye rağmen kantonları birleştirmek üzere El Bab’ı alma inadını sürdürüyor. IŞİD, Esad ve Rusya’nın canına minnet.
Bu arada ufak bir dipnot: Diken’e konuşan üst düzey ABD’li bir yetkili, Wall Street Journal tarafından geçtiğimiz günlerde ‘Arap aşiret önderine’ dayandırılan “Türkiye Rakka operasyonu için 1500 Suriyeli Arap aşiret mensubunu eğitiyor” iddiasına yer verdiği habere şu tepkiyi verdi: “Her kim söylemişse herhalde esrar kullanıyor.”
An itibarıyla tablo bu.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.