Önce nur topu gibi bir Türk usulü başkanlık sistemimiz oldu, şimdi de Kürt meselesi için Türk usulü çözüm modelimiz...
Peki, nasıl bir şey o model?
Bir çırpıda bir sürü şey sıralayabiliriz ama aslında hiçbir şey bilmiyoruz.
Sadece söylene söylene artık doğru kabul ettiğimiz, olsa olsa şunlar olur tahminlerinden oluşan birtakım fikirlerimiz var.
Bir model var, biliyoruz; epeyce yaklaşmışız, duyuyoruz; anlatamıyoruz.
Zaten onu “Türk usulü” kılan en mühim özelliği de, bu bilinmezliği herhalde.
Birkaç gece önce televizyon izlerken bir an heyecan yaptım.
Çünkü Star Gazetesi’nin yeni Genel Yayın Yönetmeni Cömert, Kürt sorunun çözümünde bir “Türk modeli” olduğunu söylüyordu.
İşte şimdi “modelimizi” öğreneceğim beklentisine girdim ama arkası gelmedi.
Bunun üzerine programda yorum yapan diğer isimlerden Ali Bayramoğlu, Türk modelinin ne olduğunu sordu doğal olarak.
Ve şunları öğrendik Cömert’ten: Süreç halen devam ediyor, Başbakan süreci tamamlayınca Türk modelinin ne olduğunu anlayacağız...
Böylece bir kez daha teyit olunduğu üzere Kürt meselesini çözecek ve dolayısıyla memleketi demokratikleştirecek Türk modelini sadece Başbakan Erdoğan (ve herhalde müzakereleri yürüten şahsiyet MİT Müsteşarı Hakan Fidan) biliyor.
Tıpkı müzakerelerin iki kişi arasında yapılması gibi, çözüm modelinin sadece iki kişi tarafından bilinmesi de pek demokratik görünmüyor doğrusu.
Tahta masama üç kere vurarak söylüyorum, işler kötüye gitmeye başlarsa yaratılacak eleştiri canavarının ilk saldırdığı yer burası olacaktır.
Erdoğan’ın oyun planı
Bu mevzuda bir de “Hükümetin yol haritası yok” deyip, işi Erdoğan’ın aklında bir oyun planı olmadığını söylemeye götürenler mevcut.
Hiç sanmıyorum. Yaptığı hemen her konuşmada bu oyun planından, yani Türk usulü çözüm modelinden ipuçları veriyor Erdoğan.
Misal Siirt’teki konuşmasını medyamız “enişte” kontenjanından manşetlerle, “Ayrım yapsaydım Arap kızıyla evlenmezdim” diye görmeyi tercih etti ağırlıklı olarak.
Oysa aynı konuşmanın içinde Türk usulü çözüm modelinin nihai aşamasını anlatan bir ifade vardı: “Yapılacak tek iş var; silahlarınızı ayaklar altına alacaksınız, siyasetinizi parlamentoda yapacaksınız. Fikriniz varsa fikrinizi, düşünceniz varsa düşüncenizi dile getireceksiniz. Bunu yaptıkça muhatap bulursunuz.”
Yani “PKK’nı varlığını gereksiz kılan bir demokratik ortam” oluşacak, “Silahlar gömülecek”, memleket yasal ve zihinsel olarak “PKK’lıların da Meclis’te siyaset yapabileceği” bir seviyeye gelecek. Nihai hedef işte böyle okunabilir.
Erdoğan Türkiye’nin yasal ve zihinsel olarak bu demokratik seviyeye gelmesi için arada Milliyet vakasında olduğu gibi, insana, nasıl olacak da bu zihniyetle bu işler olacak dedirten vahim hatalar yapmakla birlikte sıkı bir çaba içinde şu sıralarda.
Bu çabayı verirken de yöntemini, her zaman olduğu gibi halkın desteğini almak olarak belirlemiş durumda.
Bu nedenle gittiği her yerde bir yandan halkı kafasındaki çözüme iknaa çalışırken, bir yandan da Balıkesir’de olduğu gibi “Vatandaş sen ne dersen o olacak. Sen evet demedikçe adım atmam” diyerek, vatandaşın bıçak sırtı kararların alınma sürecine kendisini dâhil hissetmesini sağlamaya uğraşıyor.
Tabii bir de masanın öteki tarafındaki Öcalan faktörü var.
Birebir Öcalan’ın ağzından aktarılanlardan yola çıkarak, “müzakereler tamamdır, şimdi hazmettirme aşamasındayız” diyebiliyorsak eğer, Öcalan’ın da bu Türk usulü çözüm modeline olur verdiğini söyleyebiliriz.
Sözkonusu Türk modelini şimdilik ancak böyle okumalar yaparak anlamaya, el yordamıyla çözmeye çalışıyoruz.
Neticede bu hususta sen düşünüyorsun peki arkadaşım, diye sorarsanız...
Aslında hiçbir şey düşünmüyorum, düşünmek istemiyorum.
Sadece sonuca varsınlar istiyorum.
Hepimizi giderek hastalıklı hâle getiren şu kandan kurtulalım.
Daha iyisini öneren varsa çıksın söylesin; ama göründüğü kadarıyla yok.
Üstelik kimsede öyle bir niyet de yok.
O zaman şu an eldeki tek barış formülünü desteklemekten başka çare de yok.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.