Erdoğan’ı başkanlığa taşıyacak yolda önemli bir merhale geride kaldı. MHP ve Ak Parti kurmaylıkları “üniter başkanlık” gibi ucube bir terimden vazgeçip cumhurbaşkanlığı sistemi diye paketleyerek de olsa “Türk tipi”, “milli ve yerli” bir başkanlık sisteminde uzlaşmış görünüyor. İki parti arasında varılan uzlaşma meclis görüşmelerinde ne kadar değişir bilinmez, lakin cumhurbaşkanlığı sisteminin esası artık belli: Yürütmenin bütünüyle, yasama ve yargınınsa büyük kısmıyla Erdoğan’a tabi olduğu bir durum. Mevcut aşırı merkeziyetçi idari sistemi ve yerel idarecisinden siyasetçisine, fikir erbabından para, pul sahibine hemen herkesi iktidarın bendesi kılabilen siyasi kültür ve mevzuatı da hesaba katınca, önerilen cumhurbaşkanlığı sisteminin Türk tipi bir tek-adam rejimi olacağını görmek için alim olmaya gerek yok. Belli ki, Erdoğan’ın hayalini kurduğunun bir tık altında, 15 Temmuz öncesinde konuşulanlarınsa birkaç tık üstünde bir duruma doğru gidiyoruz.
MHP Ak Parti uzlaşmasında son anda bir pürüz çıkmazsa ve parlamentoya son anda bir sağduyu hakim olmazsa, Türk tipi bir tek-adam rejimi demek olacak cumhurbaşkanlığı sistemi belli ki bahar sonuna doğru referanduma sunulacak. Peki ne olur referandumda? Kamuoyu yoklamaları ve bizzat kendi asabi ruh halleri aynı şeyi söylemiyor olsa da, iktidara yakın fikir erbabına bakılırsa hiç risk yok, cumhurbaşkanlığı sistemi referandumda kabul edilir. Bana kalırsa da cumhurbaşkanlığı sistemi referandumda kabul edilebilir ama öyle ferah feza biçimde değil, belki ucu ucuna. Bu da şu demek: cumhurbaşkanlığı sisteminin referandumda kabul edilmeme ihtimali az değil. Haddizatında, Türk tipi başkanlık için ilk referandum çoktan yapıldı ve sonuç da kuvvetlice bir hayır oldu: 7 Haziran 2015’ten söz ediyorum. 2015’te alınan sonuç bugün de alınabilir. Yeter ki, değişiklik karşıtları doğru bir siyaset tuttursun. Şöyle ki...
Referandumda evet çıkmasını muhtemel kılan faktör ya da dinamikler ortada: Ak Parti ve MHP kurmaylıklarının evet demiş olması, kuvvetli seçmen desteği ve karizmasıyla Erdoğan’ın bu işin arkasında durması, Batı’yla yaşanan ilişkilerdeki ve bölgedeki altüst oluşun Erdoğan’ın pek iyi manipüle ettiği güçlü bir beka kaygısına yol açmış oluşu, Kürd meselesindeki gidişatın milliyetçi ve muhafazakar seçmeni müteyakkız, seküler seçmeni ise mefluç kılmış oluşu, süreklileşmiş olağanüstü hal durumu, Erdoğan’ın karşısında güçlü bir liderin, Ak Parti’nin karşısında güçlü bir muhalefet partisinin olmayışı vs. Bütün bunlar “Türkiye, içine yuvarlandığı bu berbat durumdan ancak Erdoğan gibi güçlü bir liderle çıkabilir” duygusunu ve dolayısıyla da referandumdan evet çıkma ihtimalini güçlendiriyor, bu doğru ama Ak Parti ve MHP seçmenlerinin hepsini evet demeye ikna edebilecek kadar bile değil. Malum, bu iki partinin seçmen desteği yüzde altmışı geçiyor ama başkanlık sistemine desteğin kesinkes yüzde elliyi geçtiğini gösteren güvenilir bir araştırma henüz yok. Bu da şunu gösteriyor: Referandumdan hayır çıkmasını muhtemel kılan faktör ve dinamikler en az evet çıkmasını muhtemel kılanlar kadar güçlü.
Uzun bir listeye gerek yok: 150 senelik parlamenter sistemin yarattığı çok partili rejim alışkanlığı ve nereye varacağı belli olmayan köklü bir değişim ihtimalinden duyulan kaygı, Erdoğan’ın otoriter liderlik biçiminin yarattığı tedirginlik, bugün tecrübe edilen beka meselesinden Erdoğan’ın sorumlu olabileceğine dair güçlü tereddütlerin belirmiş oluşu vs., müstakbel referandumdan hayır çıkmasını muhtemel kılan dinamik ve faktörler. Nitekim, CHP ve HDP kurmaylığınca karşı çıkılan cumhurbaşkanlığı sistemi önerisine hayır diyenlerin bu iki parti seçmeninin toplamından fazla olması bu faktörlerin hafifsenmemesi gerektiğini gösteriyor olsa gerek.
Özetle, müstakbel referandumda evet çıkmasını da hayır çıkmasını da muhtemel kılan kuvvetli faktör ve dinamikler mevcut ve çalışıyor. Bu durumda referandumdan çıkacak aktüel sonucu siyaset, daha doğrusu kimin ‘doğru siyaset’ yaptığı tayin edecek. Bu da şu demek: Referandumdan hayır çıkmasını temenni eden siyasi aktörler doğru bir siyaset örgütlemediği takdirde bugün itibarıyla muhtemel görünen Türk-tipi başkanlık sisteminin kabulünü kolaylaştırmış olacaklar.
Sözünü ettiğim doğru siyasetin ne olduğu da meçhul değil. Türkiye’nin 2011’den beri süren debelenip durma hallerine üstünkörü bir bakış bile şunu gösteriyor: Türk tipi başkanlığı durdurmanın yolu, “Türkiye’yi böldürmeyeceğiz” türü sakil kampanyalardan geçmiyor. Aksine, Türk tipi başkanlığa karşı olanların Türkiye vatandaşlarını temel olarak iki şeye ikna etmesi gerekiyor: 1. Türkiye’de Türklerle Kürdlerin, Sünnilerle Alevilerin, sekülerlerle dindarların bir diğerini tepelemeden ya da sindirmeden yaşamasının imkanı var ve hatta Türkiye’nin bekasının temini bu imkanın kullanılmasından geçiyor ya da Türkiye’yi beka sorunuyla baş başa bırakan bu imkanın tepilmesinden başka bir şey değil. 2. Türkiye’nin içinde olduğu bölgeyle ve Batı’yla, hem şahsiyetli hem de maceracı olmayan bir ilişki kurması mümkün ve yine Türkiye’nin bekasının temini ancak bu türden bir ilişkiyle mümkün olabilir ya da Türkiye’yi beka meselesiyle baş başa bırakan “şahsiyetli ilişki kuracağız” derken hem Batı’yla hem de bölgeyle macera dolu ilişkilere girmiş olmaktan başkası değil.
Hülasa, Türk tipi başkanlığı durdurmak halen mümkün. Durdurmanın yolu, vatandaşlara Türk tipi başkanlığın Türkiye’nin beka meselesinin dermanı değil körükleyicisi olacağını göstermekten, Türkiye’nin bekası için ihtiyaç duyulanın tek adam rejimi değil dört başı mamur bir demokrasi olduğunu anlatmaktan geçiyor. (IMP-News)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.