Bizim berber Celal çok eğlenceli adamdır, gerçi Başar benim berbere gitmeme hep şaşıyor, “sizden para alan berberi vurmalı” diyor ama Celal zaten vermesen para soracak biri değildir, o “sanatını icra edip” sohbet etmekten hoşlanıyor.
Titanik’le ilgili bir belgesel seyretmiş. Üç yılda inşa edilip, “asla batmaz” diye denize salınan geminin niye battığını araştırıyorlarmış.
Mesele geminin perçinlerindeymiş.
Geminin gövdesindeki sacları birbirine perçinlemek için bir makine yapmışlar, o makine gövdeyi perçinlemiş ama geminin burnuna doğru bir eğim olduğundan makine o eğime oturmamış.
Burun kısmını işçiler elle perçinlemek zorunda kalmışlar.
Onun için geminin ön tarafı, gövdesi kadar sağlam olmamış.
Buzdağı gemiye çarpınca, perçinleri parçalayıp sacları yırtmış.
Geminin ön tarafına su dolmuş, geminin dengesi bozulmuş.
“Nasıl olsa batmaz” diye gemiye çok fazla filika koymadıkları için kurtulanların sayısı da çok az olmuş.
İşin en acıklı yanlarından biri ise bütün bu felakete gemi telsizcisinin akılsızlığının yol açması.
Titanik’in çevresinde bulunan bir gemi telsizle “önünüzde bir buzdağı var, dikkat edin” diye uyarı mesajı göndermiş ama Titanik’in telsizcisi, “bizi meşgul etme, görüşmelerimiz var şimdi” deyip bu uyarıyı üstlerine aktarmamış.
Bunları anlattıktan sonra asıl yorumuna geldi.
“Abi, adamlar bu gemiyi 1912’de yapmışlar, biz 1915’te Çanakkale’de savaşırken bizde bir tek Nusret mayın tarama gemisi var, aradaki farka bak, onlar Titanik gibi gemiler yaparken biz gemi yapamamışız.”
Titanik’in Belfast’ta üç yıl süren yapımı sırasında on bir binden fazla tersane işçisi çalışmış.
O sırada Osmanlı’da toplam işçi sayısı kaçtı acaba diye de merak ettim.
Celal’in Titanik yorumu, bazen nasıl ortaklaşa bir körlük içine hapsolduğumuzu gösterdi bana.
Biz hep Çanakkale’yle övünüyoruz, binlerce insanımızın ölümü pahasına İngilizleri orada tutmuş olmaktan duyduğumuz gurur diğer bütün gerçeklerin üstünü örtüyor.
Onca ölü vererek “tuttuğumuz” İngilizlerin daha sonra nasıl İstanbul’u işgal edebildiklerinden pek söz etmiyoruz, sanki savaş Çanakkale’de bitmiş gibi anlatıyoruz bütün hikâyeyi.
Ama tabii daha önemlisi, savaştığımız ülkeyle aramızdaki korkunç “teknoloji” farkı.
“Düşmanınız” on bir bin işçiyle gemi yapacak düzeydeyken siz gemi yapamıyorsanız, savaşı kim kazanır?
Daha cesur, daha cengâver, daha kahraman olan mı yoksa üç bin yolcu kapasiteli gemiler yapabilen mi?
Titanik de “modelinin” tek örneği değil, onun gibi iki tane daha yapmışlar o sırada.
Peki, bizim Celal’in bana söylediğini niye hiçbir öğretmen bu ülkedeki çocuklara söylemiyor?
Niye hep kahramanlık, yiğitlik, ölüm öne çıkarılıyor?
Neden bu ülkedeki hiçbir tarih dersinde, bizim “berber sohbeti” düzeyine ulaşabilen yorumlarla anlatılmıyor gerçekler, neden hiçbir öğretmen “biz onlarla savaşıyorduk ama onlar o sırada on bir bin işçiyle üç bin kişilik yolcu gemileri yapabilecek teknolojiye sahiptiler” demiyor?
Çünkü bizim “milli” eğitimin amacı, her an “büyüklerinin emriyle ölüme gidebilecek” askerî birlikler hazırlamak.
1915’teki teknolojik farklılığa hiç vurgu yapmadan sadece Çanakkale kahramanlığını anlatıp durmanın başka hiçbir amacı yok.
Boşuna “biz asker milletiz” deyip durmuyoruz, bu eğitimden “asker kafasından” başka ne çıkabilir?
Titanik hikâyesini dinlerken Selahattin Demirtaş’ın Neşe Düzel’e söylediği bir söz de aklıma geldi.
“PKK IRA değil, biz de Sinn Fein değiliz” demişti.
Hiçbirimizin aklına da “niye” diye sormak gelmemişti.
1912’de İrlanda’nın Belfast tersanelerinde Titanik inşa edilebiliyormuş.
Yıl 2012.
Diyarbakır’da bir Titanik inşa edebilecek teknolojik düzeye ulaşabildik mi?
Diyarbakır’da yapılan “modern siteler” bizde hâlâ haber olma özelliği taşıyor.
Orada yapılan binalarla övünüyoruz.
Bu açıdan baktığınızda, Demirtaş’ın “Erdoğan da Tony Blair değil” lafı cuk diye gediğine oturuyor.
1912’de Belfast’ta üç bin kişilik gemiler yapabilen bir ülkenin hiçbir gerçeği, hâlâ öyle bir gemiyi yapamayacak olan bir ülkenin gerçeklerine benzemiyor.
O zaman ne Kürtlerden bir Gary Adams çıkıyor, ne Türklerden bir Tony Blair.
Neticede, biz hepimiz, Kürt’üyle Türk’üyle “Çanakkale Savaşları”nın çocuklarıyız, hâlâ savaşlarla, kahramanlıklarla övünüyoruz, hâlâ “o dönemde onlar ne üretiyordu, biz ne üretiyorduk” kıyaslamasını yapabilecek dersler okutulmuyor bu ülkede.
İngilizlerle İrlandalıların bir seferde “üç Titanik” yapabildikleri günden tam yüz yıl sonra biz hâlâ darbecilerle, cuntacılarla uğraşmak zorunda kalıyoruz.
PKK IRA değil, BDP Sinn Fein değil, Erdoğan Blair değil, ordu da İngiliz ordusu değil.
Arada neden bu kadar büyük bir fark olduğu net bir şekilde görülmüyor mu?
Bunca yıldır yazı yazıyorum, bir kere bile yüz yıl önceki İngiltere ile Osmanlı’yı kıyaslayıp bugünle ilgili gerçeklerin köklerine bakmak aklıma gelmedi.
Bundan sonra diyorum yazıları Celal’e yazdırayım.
Ya da o hangi belgeselleri seyrediyorsa ben de onları seyredeyim.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.