Türkiye, Kürt meselesinde her iki tarafın da basiretli tutumu sonucu şaşırtıcı bir ilerleme kaydetti.
Öyle ki bu girişim istenilen sonucu, yani kalıcı bir barışı ve birlikte yaşama iradesini tam olarak getiremese bile, artık bu hedefin gerçekçi olduğunu biliyoruz. Dahası bu hedefin ancak silahlar tümüyle bir kenara bırakıldığında gerçekleşebileceğini de anlamış durumdayız. Silahların devreden çıkması Kürt meselesinin çözümü önündeki en kritik darboğazı ortadan kaldıracak. Bu darboğaz PKK’nın kendisini bir ‘devlet’ olarak sunma isteğiyle bağlantılı. Çünkü PKK’nın amacı devletle eş düzeyli bir pazarlık muhatabı olmaktı. Devlet ise PKK’nın ‘devlet’ olmadığını kanıtlamak üzere bir mücadele stratejisi geliştirdi. Onu daha ‘aşağı’ bir kategoriye oturtmak üzere ‘terörist’ lakabını tedavüle soktu ve toplumun psikolojik olarak bunu sahiplenmesini istedi. Nitekim medya bu misyonu hevesle üstlendi ve sonuçta PKK üzerinden genelde Kürtleri ve Kürt kimliğini aşağılayan bir dile mahkûm olduk.
Diğer bir deyişle devletin ve medyanın dili, ‘şiddet uygulayan’ bir siyasi direnç hareketinin her eylemini ‘terör’ olarak tanımlarken, failleri de kategorik olarak ‘terörist’ ilan etti ve gayri insanileştirdi. PKK’nın birçok eyleminin kaba terör faaliyeti olduğu açık… Ancak eylemleri tek bir başlık altında tanımladığınız ve bir nefret duygusuna malzeme yaptığınız anda, PKK’nın kendi iç farklılaşmalarını, ayrışmalarını ve muhtemel çoğulcu yapısını göz ardı etmiş olursunuz. Bu da olası bir siyaset imkânını ortadan kaldırır. Çünkü gerçekten de, eğer karşınızda gözü dönmüş bir terörist grup varsa, onunla neyi konuşabilirsiniz? Ancak bugün söz konusu konuşma gerçekleşiyor ve PKK’nın ‘sadece terörist’ olmadığı görülüyor. Türkiye’nin bu noktaya çok daha önce gelebileceğini, geçmişte kalan ateşkes dönemlerinin aslında heba edilmiş fırsatlar olduğunu şimdi daha iyi görüyoruz.
Kürt meselesi kendi çözüm yoluna girmiş gözükse de, gelecekte Kürt siyasetinin içinden yine şiddete meyleden grupların çıkmayacağının bir garantisi bulunmuyor. Ayrıca PKK’nın sahneden çekilmesi durumunda ‘şiddet pazarının’ kimin eline geçeceği de belli değil. Dolayısıyla Türkiye’nin şiddet ve terör bağlantılı mücadele stratejisinin devam etmesi gerekecek. Ama belki bundan sonrasında yeni bir anlayış geliştirilebilir ve şiddetin meşrulaşmasında devletin de payı olduğu fark edilir. Halen hakim olan tavır, şiddet pratiğini sosyolojik ve siyasi olarak anlamaya dayanmıyor. Bu konuda yetkililerin değerlendirmelerini dinlediğinizde son derece yüzeysel ve klişe önermelerle karşılaşıyorsunuz. Terörün arka planı buharlaşınca karşınızda sadece kötü niyetli bir ‘terörist’ kalıyor ve bütün ‘teröristler’ sonuçta aynı kapta toplanıyor. Bu bakış ‘terörle mücadele’ kavramını bizatihi terör kavramının öncesine yerleştiriyor. Yani terörle mücadele anlayışınızdan hareketle terörü ve teröristi tanımlıyorsunuz…
Geçmişte Türkiye bu alanda çok vahim bir sınav verdi. Devlet, terörle mücadele ettiğini sanarak aslında terörist üretti. Bu sürecin dört adımı vardı… Birincisi terör sadece güvenlik bağlamında ve yasa maddeleri üzerinden tanımlandı. Böylece şiddet siyasetinin nasıl bir sosyolojiden beslendiğine, o sosyal kesimin ihtiyaç, talep ve tercihlerinin ne olduğuna bakılmadı. Bu ‘hukuki’ zemin siyaseti dışlarken, terörle mücadeleyi salt teknik bir konuma indirgedi ve ‘mücadeleyi’ öne çıkardı. İkinci olarak şiddet eylemlerini ele alan dil, terörü özneleştirdi. Sanki ‘terör’ diye bir iradi varlıkla karşı karşıya kaldık. Örneğin ‘paraların teröre gittiği’ şablonu yerleşti. Oysa para hiçbir zaman teröre gitmiyor, birilerine gidiyor ve onlar parayı terör için kullanıyorlar. Bu yaklaşım parayı ve şiddeti kullananın kişiliğini, kimliğini ve siyasi esnekliğini önemsizleştirirken, onun muhtemel toplumsal temsil yeteneğini de yok saydı. Üçüncü olarak ‘terörist’, değişme ihtimali olamayan kategorik bir nesne imiş gibi zihnimizde donduruldu. Böylece neredeyse insani olmayan, dolayısıyla muhatap kabul edilemeyecek bir düşman olarak kavranması istendi. Nihayet dördüncüsü, terör tanımı giderek kapsayıcı hale getirildi ve terörist olarak tanımlanan bir kişi veya eylemle her türlü bağlantı da terörün içine sokuldu. Sonuçta bağlantı dedektifliği ve niyet okuma üzerinden terörle mücadele edildiği sanıldı. Ama aslında hukukun yozlaşmasına neden olundu…
Türkiye bugün bir fırsat yakalamış durumda. Sadece Kürt meselesini çözmek için değil, güvenlik bürokrasisinin zihniyetini değiştirmek için de…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.