Serbest seçimlerle oluşmuş bir iktidarı, zor ve şiddet yöntemleri kullanarak devirmeye teşebbüs etmek çok ağır bir suçtur. Bu girişimin Mısır’da General Sisi’nin darbesi gibi başarılı olması, yapılan eylemin suç olma niteliğini değiştirmez. Mısır’da, demokrat olmadığı açık ama bir o kadar meşru Mursi yönetimini askeri darbeyle devirenler, yarattıkları fiili duruma dayanarak bugün uluslararası camiada kabul görüyorlar. Bu ikiyüzlü uluslararası kabul, darbeci Sisi yönetiminin hak ve özgürlükleri üç yıldır askıya aldığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Mısır’da darbe yaparak seçimle gelmiş iktidarı devirenler, devirdiklerini terör örgütü olmakla suçluyorlar. Yürütülen soruşturmalarda gözaltına alınan, tutuklanan, işten atılan kişi sayısı tam belli değil ama yüksek olduğunu, uluslararası basında yer alan haberlerden tahmin etmek mümkün. Terör örgütü suçlaması, Mursi hükümeti döneminin eleştirel ama nesnel siyasal değerlendirilmesinin yapılmasını engelliyor. Müslüman Kardeşler’i toplumdan, geçmişte içinde yer aldıkları kurumlardan, kurdukları siyasal ittifaklardan yalıtarak, onların uzaydan gelmiş bir yabancı varlık olarak algılanmasına yol açıyor.
Türkiye’de de durum benzer. Müslüman Kardeşler gibi sivil alanda örgütlenen ve belki onlardan çok daha fazla uluslararası planda kabul görmüş, son otuz yılda kurulmuş hükümetlerin hemen hepsinin çok yakın işbirliğinde bulunduğu bir dini cemaat örgütlenmesi, terör örgütü olmakla suçlanıyor. Mısır’la aradaki fark, Türkiye’de “terörist” olanlar başarısız darbe girişimi yapanlar. Ama biliyoruz ki eğer darbe başarılı olsaydı, bu sefer AKP terör örgütü olarak tanımlanacaktı. Belki darbecilerin atadığı savcı, Erdoğan Terör Örgütü iddianamesi hazırlayacaktı!
Terör suçunun tanımının siyasallaşmasının yarattığı sonuç bu. Darbe sonucu devrilenler ya da başarısız darbe girişiminde bulunanlar terörist oluyor.
***
Gülen cemaatinin görünen kamusal yüzü yanında, yıllardır çeşitli vesilelerle teşhir edilen ama AKP iktidarı ve onu destekleyenlerin kulak asmamakta direndiği gizli yüzü, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında abartılı ifşaatlarla, bir kısmı iktidarın gözüne girme amaçlı yapıldığı bariz olan tanıklıklarla iyice gün yüzüne çıktı. Gülen cemaatinin örgütlenmesinde asli amacı oluşturan bu gizli yüz, devletin kilit kurumlarını kontrol etmek, dolayısıyla seçimle gelmiş iktidarları yönetmek, onların üzerinde bir vesayet gücü olma hedefiyle örgütlenmişti. Bütün bunlar, kanlı darbe girişimi dahil olmak üzere, Gülen cemaatinin gizli yüzünün bir suç şebekesi olduğunu yeteri açıklıkta ortaya koyuyor. Kamu sınavlarında örgütlü sahtecilikten sahte delillerle ceza davaları açmaya, yasadışı yollarla yardım parası toplamaktan asker- sivil devlet memurlarını yasadışı bir sadakat ve hiyerarşi içinde örgütlemeye kadar, hepsi kendi başlarına son derece ağır olan suçları işlediği iddia edilen bir şebeke bu. Darbe suçu da bunlara ilave oluyor. Ama bu suçların, darbe girişimi dahil, terör suçu oldukları ise tartışmalı. Anayasal düzeni zor kullanarak değiştirmeye teşebbüs etmek, Meclis’in ve hükümetin görevini yapmasına engel olmak suçları terör suçu değildir. Yürürlükteki yasalara göre en ağır cezalara çarptırılmaları gerekli olsalar da, Kenan Evren cuntasının işlemiş olduğu suçla aynı nitelikte bir suçtur. Bu suçu işlerken sivil, polis, asker 240 kişiyi öldürmüş olmaları darbecilerin işledikleri suçlara cinayet suçunun ilave olmasına yol açar.
Bugün Gülen cemaatine yönelik suçlamanın merkezine “terör örgütü” iddiasının yerleştirilmiş olması, birçok son derece önemli suçun önemsizleşmesine, bu suçları işlemeyi mümkün kılan idari ve siyasal pratiklerin ve mekanizmaların üzerinin örtülmesine yol açıyor. Belki tam bu nedenle sadece Türkiye’de değil, bütün otoriter rejimlerde terör örgütü suçlaması seçimle ya da darbeyle gelmiş iktidarlar tarafından bu kadar yaygın ve kolay kullanılıyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.