Bir gazeteci arkadaş Kürt politikaları, medyaya uygulanan baskı, toplumdaki sessizlik ve Türkiye’de yükselen otoriterliği kastederek “Bu devam edemez” demişti. Karşılık olarak sordum: “Böyle gitmesinin imkansız olduğunu mu yoksa buna izin vermeyeceğini mi kastediyorsun?” Çünkü, hala düşünüyorum ki, bu böyle GİDEBİLİR, durdurmak için bir şey yapılmazsa.
Tek bir kanıt bile gösterilmeden gerçekleşen 5 yıllık toplu siyasi tutuklamaların ardından, 600 öğrenci hapishanede, muhalefet tutuk, otorite ise geri adım atacağına dair bir işaret vermiyor. Ancak son beş yılda ilk kez hükümete muhalif gazeteciler ve entelektüeller kırık kanatlarını sararken tekrar ayaklanmayı ve yapay anlaşmazlıkları kırmayı planlıyorlar. Tereddüt dönemi nihayet bitti.
Bugünlerde, konuştuğum İstanbul’daki herkes muhalif bir basın projesi peşinde. Ne yazık ki bu iyi bilinen meda figürlerinin isimlerini ya da projelerin ayrıntılarını veremiyorum.
Bu projelerin sahipleri ve ortakları telefonda dahi –görüşmelerinin kaydedildiklerini hepsi bildiklerinden- bu konuyu konumuyorlar, hatta bu makaleyi yayınlamak sürprizi bozacağından saçma olabilir. Ama bir gerçek bilinmeli: Bu projeleri fark etmek için, entelektüeller ve gazeteciler çok sert siyasi tartışmalardan ve ciddi itiraflardan geçiyorlar. Politik otorite tarafından oluşturulan ve provoke edilen karışıklıktan kurtulmaya çalışıyorlar.
AKP hükümeti demokratikleşme ve Türk siyasetindeki militarizmi kırma vaatleriyle Türkiye’de iktidara geldiğinde, muhalif entelektüelerin bir kısmının akıl ve kalplerini kazanmıştı. Bazılarıysa çekimserdi. AKP hükümetinin bu döneminde, en sesli muhalefet, askerin devletteki güçlü elini savunan Kemalistlerden geldi ki bu da sosyalistlerin iş birliği yapmasını imkansız hale getirdi.
Muhalefet arasındaki ayrılık AKP hükümetinin ilk günlerinde başladılar. O dönem liberaller yükselen muhafazakarlığı bir tehlike olarak görmezken Kemalistler seküler toplum gayesinin kaybedildiğini vurguluyorlardı. AKP’ye karşı ilk dönemdeki temel mesele yükselen muhafazakarlık iken ikinci dönemde ise toplu yargılamalar ve ifade özgürlüğüne dair endişeler nedeniyle yükselen otoriterlik oldu, Bu süreçte, muhalefet figürleri Kemalist olarak suçlanmaktan ve asker müdahalesi yanlısı görünmekten çekindikleri için nispeten sessiz kaldılar.
Hükümetin propaganda makineleri muhalif figürleri konteks dahilinde “faşist” olarak adlandırılan “Kemalistler” olarak sunmak için tüm güzünü kullandı. Entelektüeller bu itibarsızlaştırıcı lekelemelerle demokrasiyi güçlendiren çemberlerle dışarı itildiler. Bir noktada en ünlü ektelektüeller bile hükümeti eleştirmeden önce iki kere düşünmek konusunda hemfikir hale geldiler, çünkü hızla demokrasi karşıtı olarak fişlenebilirlerdi.
Gözdağı vermek bir nevi entelektüel teröre dönüştü. Harflerin kadın ve adamları hükümet yanlısı basında “demokrasiye tehdit” olarak kayda geçmemek için sessizliklerini koruyorlar. Bu yalnızca kamu için değil peşlerindeki siyasi otorite için de kafa karşıtırıcıydı. Bu atmosfer entelektüel sessizliğe yol açan toplu bir tereddüt yarattı.Entelektüellerin ve gazetecilerin sembolik davalar birçoğunun bu tereddütten kurtulması anlamına geldi. Gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener’in, yayıncı Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı’nın davaları “artık yeter” noktası oldu.
Geçmişteki tepki fısıldamaksa bugünkü yeni bir medyanın sesli planlarını yapmaya dönüştü. TV yayınları ve gazeteler itaatkar seslerle kaplanmışken, gazeteciler ve entelektüeller seslerini yükseltebilecekleri yeni alanlar arıyorlar. Siyasi baskı korkusuna ve sermaye desteğine karşın, en azından bu “Evet, evet efendim” medyasını izlemekten ve okumaktan bıkanların ve medyanın dışında kalmış figürlerin yanlarında olacağını biliyorlar.
Eğer işler iyi giderse, Eylül ya da en geç Ekim’de yalnızca Türkiye’deki kamuoyu değil, dünya Türkiye hakkında birçok şey öğrenecek, ama o güne dek sessiz olmalıyız.
Kaynak: http://english.al-akhbar.com/content/end-hesitation
Çeviri: Sarphan Uzunoğlu
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.